Yeni Kadına şiddet yasası “şiddeti” önleyebilir mi?

1998 yılında çıkarılan 4320 sayılı Ailenin Korunması Hakkındaki Kanun sadece iki maddeden oluşuyordu, ancak uygulamada çok büyük bir öneme sahipti. Bu kanun yetersiz gelmiş olacak ki 2007 yılında tüm maddeleri (!) değiştirilmişti. Bu yasa ile kusurlu aile bireyi hakkında eve yaklaşamama, ev eşyalarına zarar vermeme ve hatta bir sağlık kuruluşuna müracaat ile tedavi olmasına kadar tedbirler Aile Mahkemesi hakimi tarafından alınabiliyordu.  Bu yasanın,aile bireylerini ve özellikle kadını şiddetten korumadığı günlük gazete ve televizyon yayınlarıyla ortada. Bu nedenle 8 Mart 2011’de yeni bir yasa tasarısı Meclisimizde kabul edilerek kadına şiddetin önüne geçilmeye çalışılıyor. Dünya Kadınlar Günü’ne denk getirilen Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, elektronik kelepçe ve mobil cihazla takip gibi bir çok yenilik getiriyor. Bu yasadan şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan koca, kadın, çocuk, aile bireyleri ile tek taraflı ısrarlı takip mağdurları yararlanabilecek.  Kabul edilen yasaya göre, kişinin fiziksel, cinsel, ekonomik veya psikolojik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan muhtemel hareketler şiddet olarak tanımlanıyor. Özgürlüğün keyfi engellenmesi, fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranış şiddet kapsamında değerlendiriliyor.

Şiddet veya şiddet uygulanması tehlikesinin varlığı halinde sadece şiddet gören değil, bunu duyan gören herkes resmi makam ve mercilere suçu ihbar etme hak ve yükümlülüğüne sahip. Önceki yasalardan farklı ve en önemli noktası ise, şiddet görenin korunması için verilmesi gereken tedbir kararının hiç bir kanıt beklenmeksizin ve gecikmeksizin verilmesinin gerekmesi. Şiddet ihbarını alan kamu görevlisinin vakit kaybetmeden durumu yetkililere bildirmesi gerekiyor. Kanuna göre, mahkeme, mülki amirler yani valiler, vali yardımcıları ve kaymakamlar ile çok acil durumlarda kolluk amirleri örneğin barınma yeri ve geçici maddi yardım gibi koruyucu tedbir kararları alabiliyorlar.

Uzaklaştırıldığı halde mağdura yaklaşmaya ya da iletişim kurmaya çalışan kişi hapse atılacak. Bu kişiler için yasada 3 günden 10 güne kadar zorlama hapsi öngörülüyor. İhlal durumunun tekrarlanması halinde zorlama hapsinin süresi 15 günden 30 güne kadar olabiliyor ancak zorlama hapsinin toplam süresi 6 ayı geçemiyor.

Şiddete uğrayan veya koruma altına alınan kişi Bakanlığa ait veya bakanlığın gözetim ve denetimi altında bulunan yerlere yerleştirilmesi Kanunda öngörülmüş. Geçici maddi yardım yapılmasına karar verilmesi halinde, 16 yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının otozda birine kadar günlük ödeme yapılacak, bu günkü şartlarda bu tutar yaklaşık 23,00 TL olarak belirlenmiş. Korunan kişi birden fazlaysa ilave her bir kişi için bu tutarın yüzde 20’si oranında ayrıca ödeme yapılması da kabul edilen hükümler arasında.

Korunan kişinin çocukları varsa, korunan kişinin çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere 4 ay, kişinin çalışıyor olması halinde ise 2 aylık süre ile sınırlı olmak kaydıyla, on altı yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının yarısını geçmemek ve belgelendirilmek kaydıyla bakanlık bütçesinden karşılanmak suretiyle kreş imkanı da sağlanacak.

Kanunla birlikte, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın gerekli görmesi halinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik uygulanan şiddet veya şiddet uygulanması ihtimali dolayısıyla açılan idari, cezai, hukuki her türlü davaya katılabilmesi de kabul edildi.

Yeni yasa, getirdiği hükümler bakımından genel olarak olumlu karşılansa da kadın dernekleri ve hukukçular tarafından daha etkili bir yasa yapılması gerekliliği yönünden eleştiriliyor.

Uzun yıllardır çoğunlukla boşanma davaları, velayet, nafaka davalarıyla uğraşan bir avukat-hukukçu olarak yasa koyuculardan biraz daha farklı düşündüğümü hemen ifade edeyim. Öncelikle yasanın adını doğru bulmadım. Yasanın adı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi” olarak belirlenmiş. Bir yasa hazırlanırken öncelikle, bu yasayla elde edilmesi beklenen hukuki çıkarın ne olduğunun net olarak ortaya konması gerekir. Eğer bir yasayla Ailenin Korunmasını istiyorsanız, yani çıkardığınız yasayla evliliklerin daha sağlıklı olmasını, daha az boşanma olmasını, evliliklerin daha uzun sürmesini istiyorsanız buna göre bir kanun yaparsınız; ancak amacınız şiddete uğramış kadını (ve aile bireylerini) korumaksa yapacağınız kanun başka başka hükümler taşımalıdır. Net olarak ifade edeyim ki bu yasa ve maddeleri “ailenin korunması” amacına uygun değildir.

Aynı yastığa baş koyduğu, yemeğini yapan, çamaşırlarını yıkayan en azından çocuklarını büyüten ve hayatına ortak olan “hayat arkadaşına” şiddet uygulayan bir eş, sağlıklı düşünemiyor ve uygulayacağı şiddeti çözüm olarak görüyor demektir. Bu düşünce yapısına sahip bir kişiyle sürdürülecek bir evliliğin diğer eşe, çocuklara, geniş anlamda aileye ve topluma nasıl bir fayda sağlayacağı umulmaktadır? Eğer bekleniyorsa, ki bana göre beklenmelidir, yapılması gereken şiddet uygulayan kişinin tedavi edilmesi, şiddet uygulama nedenlerinin araştırılması ve bu nedenlerin ortadan kaldırılmasıdır. Şiddet uygulayan kişi kendisini haklı gördüğü sürece, onu mahkeme kararıyla evinden uzaklaştırmak, maaşına el koymak vb. tedbirler sorunu çözmekten ziyade büyütücü bir etkiye sahip olacaktır. Şiddet uygulayan hiç bir erkeğin, kendisine “elektronik kelepçe” taktıran, karakola şikayet eden eşi ile evli kalmaya devam edebileceğine; eşini karakola şikayet etmek zorunda kalan bir şiddet mağdurunun zorlayıcı nedenler olmadıkça evliliği sürdürmeye istekli olabileceğine ihtimal vermiyorum. Bu nedenle, kanıtsız-nedensiz tedbir uygulanmasını, devletin ailenin içine bu kadar fütursuzca girmesini “ailenin korunması” amacı ile bağdaştıramıyorum.

Diğer yandan yasalar yapılırken bir cinsin öne çıkarılarak “kayrılmasını” doğru bulmuyorum. Şiddet mağduru kadın olabileceği gibi erkek de olabilir. İnsanları cinsiyetlerine göre değerlendirmek, geri kalmış bir düşünce sistemine aittir. Bir hukuk devleti, haksızlığa uğrayan vatandaşını, din-dil-ırk ve cinsiyet ayrımı yapmaksızın korumakla yükümlüdür. Bir kişinin sırf kadın olduğu için daha fazla korunması, kanunların kadın lehine işlemesi, adaletin terazisinin dengesini bozar. Adalet tanrıçasının gözü bağlıdır, bağlı olmak zorundadır, terazinin kefesine koyduğu kişinin kadın olup olmaması önemli değildir. Adalet güçsüzleri korumakla değil, tüm herkese eşit mesafede olmakla yükümlüdür. Herkese eşit davranıldığında kimsenin hakkı ihlal edilmemiş olur. İnsanların hakkına, hızlı ve doğru bir şekilde ulaşabilmelerini sağlamak kanun yapıcıların en büyük görevidir.

Yorum bırakın

Ankara Danışma / Randevu : 0533 483 9313