İmam Nikahlı Kadının Tazminat Hakkı Var mı?

İmam nikahı kıyılarak yapılan evlilikler, ülkemizin maalesef bir sosyal gerçeği. Her ne kadar taraflar çevrelerinde evli olarak bilinse de kanunlar karşısında nafaka, mal paylaşımı, miras gibi haklardan yararlanma imkanına sahip olamıyorlar.

Bununla birlikte, bir kişinin ileride resmi nikah kıyılacağı vaadiyle dini nikaha ikna edilmiş olması, ancak bu resmi nikahın kıyılmaması halinde, imam nikahlı eşin manevi olarak zarar gördüğü kabul ediliyor.


T.C. YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ E. 2015/6000 K. 2016/5100 T. 14.4.2016

Davacı imam nikahlı kadın,

  • davalı ile 8.6.2009 tarihinde imam nikahı ile beraber yaşamaya başladıklarını,
  • 23.6.2010 tarihinde bir çocuklarının dünyaya geldiğini, çocuğun davalı tarafından tanındığını,
  • davalı ile uyumlu bir birliktelik yaşamadıklarını,
  • Iğdır’daki düzenini bozup davalı ile evlenmek için İstanbul’a geldiğini,
  • davalının resmi nikah yapma vaadiyle kandırdığını ve oyaladığını,
  • her türlü baskı ve şiddet uyguladığını,
  • evden kovduğunu, çocuğunu da alarak ablasının yanına gitmek zorunda kaldığını,
  • kişilik haklarının saldırıya uğradığını belirterek, davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulmasını istemiştir.

Davalı ise,

  • davacının iddialarının gerçek olaylarla bir ilgisinin olmadığını,
  • eşinin ölümünden sonra 5, 4 ve 2 yaşındaki üç çocukla ortada kaldığını,
  • davacı ile Iğdır’da tanıştıklarını,
  • davacının 35 yaşında olduğunu evlenme yaşını çoktan geçtiğini,
  • davacı ile konuşarak 12-13 kişiyle aynı evde yaşayacaklarını söylediğini,
  • davacının da bunu kabul ettiğini,
  • bodrum katında 14 kişi ile beraber, davacının rızası ile birlikte yaşadıklarını, zorla kabul etmediğini belirterek istemin reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.

Yerel mahkemece, davacının resmi nikah yapma vaadi ile kandırıldığı ve kişilik haklarına saldırıda bulunduğu iddialarının ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya kapsamına göre,

  • eşinin 15.3.2009 tarihinde ölümünden sonra
  • davalının, yaşları küçük üç çocuğuyla yalnız kaldığı,
  • babasının hastalığı sebebiyle memleketi olan Iğdır’a gittiğinde babasının tavsiyesi üzerine davacı ile evlenmeye karar verdiği,
  • davalıyı ailesinden istediği,
  • ailesinin de onay vermesiyle 8.6.2009 tarihinde Iğdır’da kına gecesi ve imam nikahı yapıldıktan sonra davalının davacıyı ikamet ettiği İstanbul iline götürdüğü,
  • İstanbul’da davalı ve ailesi ile birlikte yaşamaya başladıkları,
  • bu durumun yaklaşık iki yıl sürdüğü,
  • 23.6.2010 tarihinde bir çocuklarının dünyaya geldiği,
  • çocuğun davalı tarafından tanıma yolu ile nüfusa kaydının yapıldığı ancak bu süre içerisinde resmi nikahın yapılmadığı ve bunun sonucunda davacının davalının yanından ayrılarak ablasının evinde yaşamaya başladığı sabittir.

Dosya içerisinde bulunan evraklara göre tarafların

  • evlenmek için yöresel gelenekleri yerine getirdikleri,
  • düğün ile evlendikleri,
  • sadece resmi nikahın yapılmadığı,
  • davacının ve davalının kayden bekar olduğu anlaşılmaktadır.

Toplumumuzun geleneksel yapısı ve tarafların yaşadıkları sosyal çevre de gözetildiğinde;

  • resmi nikah yapılacağı inancı ile davacının davalı ile iki yıl karı koca hayatı yaşaması,
  • resmi nikah yapılacağı vaat edildiği için evlenecekleri inancına kapılan davacının, Iğdır ilinden İstanbul’a getirilmesine rağmen iki yıl boyunca resmi nikahın yapılmaması,
  • çocuğuyla birlikte ablasının evinde yaşamak zorunda kalması,
  • toplumda dul damgasını taşıması,
  • davacının yeni bir evlilik yapmasını zorlaştıracağı gibi ileride yapacağı evliliklerde de böyle bir durumun varlığının aleyhine kullanılabileceği kaçınılmaz bir gerçektir.
  • Aynı sosyal çevreyi paylaşan davalının, davacının içine düşeceği bu durumu da gözeterek, daha hassas davranmasının, ondan beklenen ve olması gereken bir davranış modeli olduğu da unutulmamalıdır.

Tüm bu olgular birlikte ele alındığında davacının,

  • davalı tarafından evlenme vaadi ile kandırıldığı
  • ve bunun etkisi altında gerek fiziksel gerek ruhsal anlamda zarara uğratıldığı
  • ve bundan elem ve üzüntü duyduğunun kabul edilmesi
  • ve davacının hukuka aykırı olan eylemden dolayı bozulan manevi dengesinin eski haline dönüşmesi,
  • duygusal olarak tatmin edilmesi,
  • zarar verenin de bir daha böyle bir eylemde bulunmaktan alıkonulması amacıyla uygun bir manevi tazminat hükmedilmesi gereklidir.

Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davacı yararına uygun bir tutarda manevi tazminat takdir edilmesi gerekirken, isteminin reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

Ankara Danışma / Randevu : 0533 483 9313