TRAFİK KAZASI MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT

T.C. YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ E. 1975/5524 K. 1975/6910 T. 1.12.1975

DAVA : Taraflar arasındaki davadan dolayı ( Niğde 1. Asliye Hukuk Hakimliği )’nce verilen 10/03/1975 tarih ve 157/156 sayılı hükmün temyizen tetkiki davacılar avukatı tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildi anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacılar vekili, davalı ( M )’ye ait taksiyi kullanan diğer davalı ( Y )’nin tamamen kusurlu olarak yolun sağında duran kamyona çarparak davacıların eş ve babası ( H )’nin ölümüne sebep olduğu 178.200 lira maddi ve 4.800 lira manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı ( Y ), duruşma sırasındaki şifahi savunmasında, vasıtanın şoförü olmayıp olay günü davacıların ricası üzerine vasıtayı kullandığını ve kazanın vuku bulduğunu ileri sürmüştür.

Diğer davalıya tebligatlar yapılmış duruşmaya gelmemiş, hiç bir savunmada bulunmamıştır.

Mahkemece, davacıların ibraz ve ikame ettiği deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak cem’an 4.800 lira manevi tazminatın davalılardan tahsiline miras bırakanın müsteciri olduğu otelin işletmesini davacı eş üzerine aldığı için gelirinde ve sosyal yaşantısında bir eksiklik meydana gelmediğinden iki küçük çocuğu ile birlikte istedikleri destekten yoksun kalan tazminatının reddine karar verilmiştir.

Hüküm, davacılar avukatı tarafından temyiz edilmiştir.

1- Borçlar Kanunumuzun 45. maddesinin 2. fıkrası hükmü ile tanzim edilen destekten yoksun kalmak tazminatı, “ancak doğrudan doğruya zarar görenin tazminat isteyebileceği” yolundaki kuralın, bir istisnasını meydana getirir. Olaydan doğrudan doğruya zarar gören ölen kimse olduğu halde, dolaylı olarak zarar görene de Alman Medeni Kanunu’nun 844, İsviçre Borçlar Kanunu’nun 45/3 ve Türk Borçlar Kanunu’nun 45/2. maddesi hükmü ile bu hak tanınmıştır.

Alman Medeni Kanunu’nda, ölenin halen veya ileride nafaka mükellefi olması şartı konmuş, buna mukabil İsviçre ve Türk Borçlar Kanunlarında böyle bir şart aranmamış ölenin fiilen veya ileride vuku bulacağı kuvvetle umulan yardımından yoksun kalmış olmak, yeterli sayılmıştır.

Destekten yoksun kalma tazminatını talep hakkı, ölenden intikal eden bir hak değildir. Bu hak, yardımdan yoksun kalanların kendi şahıslarına bağlı bir haktır.

Bu talep hakkının sağladığı tazminat da, Borçlar Kanununun 41, 45/1, 47, 48, 55, 56, 58 ve diğer maddelerinde düzenlenen tazminat veya Ceza Hukukunda verilen ceza gibi, ölüme sebebiyet verme olayının hukuki veya cezai bir müeyyidesi de değildir.

Bu tazminat için, filhal yapılan veya ileride yapılacağı muhakkak olan yardımdan, ölüm dolayısıyla yoksun kalmış olmak gerekir. Borçlar Kanunumuzun 45. maddesinin son fıkrası, bu kanuna sosyal karakterini veren önemli bir hükümdür. amaç, yoksun kalınan yardıma muhtaç olanı korumaktır.

2- Ölenin yardımından yoksun kalanın elde ettiği mirasın, bu tazminatın takdir ve tayininde nazara alınıp alınmayacağı ve bunun ne şekil ve hangi ölçülerde uygulanacağı, üzerinde dikkatle durulacak bir konudur.

Bu hususta doğru bir sonuca varabilmek için, Borçlar Kanunu’nun sözü edilen 45. maddesinin son fıkrası hükmünün taşıdığı sosyal karakteri esas olarak almak lazımdır.

İsviçre Federal Mahkemesi 1938 tarihli bir kararında ( BGE 64 II 198 ) davacı, ölenin mirasçısı bulunduğu ve miras yoluyla intikal eden servetin gelir onun yaşama ihtiyaçlarını karşılamaya elverişli olduğu ölçüde destekten yoksun kalan zararının bulunmadığını kabul etmiş, aynı yıl daha sonraki bir kararı ( BGE 64 II 424 ) ile de, miras yoluyla geçen servetin gelirinin, destekten yoksun kalma zararından, mahkemenin adalete uygun takdirine göre, gelirlerin azalma ihtimali gözönüne tutularak yapılması gereğine işaret etmiştir. Bu mahkeme yine 1938 yılındaki diğer bir kararında ( BGE 64 II 429 ), mirasın adalete uygun olarak hesaba katılmasını, hakimin, her şeyden önce davalıya karşı desteğini kaybeden kişinin eski yaşayış tarzını devam ettirmeye hak iddia edebileceğini gözönünde tutmasını, önermiştir.

Yargıtay’ın bir çok kararlarında da, zararın hesabından miras menfaatinin mahsup edileceği kabul edilmiştir ( Örneğin, 4. Hukuk Dairesi, 16/11/1963 tarih ve 8337/10030 sayılı 12/12/1966-8495/10612, 15/05/1967-4140/4254, 15/04/1968-5590/3518, Ticaret Dairesi 11/05/1965-688/1603, 09/10/1965-1710/2827, 05/05/1966-1535/2284, 16/03/1968-469/1130, 30/05/1968-3407/3320, 06/06/1969, 5255/2927 Hukuk Genel Kurulu, emekli maaşının mahsubu ile ilgili olarak, 02/07/1975-1972/T. 1574-908 ).

Memleketimizde bu konuyu inceleyen müelliflerden Prof. Dr. Tahir Çağa, bu konu ile ilgili olarak, “umumiyetle tazminat mesailinde menfaatlerin zarardan tenzili hususunda elde edilen menfaat ile zararlı hadise arasındaki illiyet rabıtası kıstas olduğu halde burada kıstas, davacının yardıma ihtiyaç derecesi olacaktır, tabiri diğerle davacının yardıma olan ihtiyacını tenzil veya ref’eden menfaatler mahsup edilmek lazım gelecektir.” demektedir. ( Adalet Dergisi Nisan 1950, Sh. 451 ). Prof. Dr. S. Sulhi Tekinay da, ölüm sebebiyle destekten yoksun kalma tazminatı ( 1963, İstanbul ) isimli eserinde, sorunu etraflı bir şekilde inceledikten ve farklı görüşleri belirttikten sonra, miras menfaatlerinin zararın hesaplanmasına hangi ölçüde etki yapacağı meselesini çözmek için, uygun illiyet kriterine dayanan mahsup prensibini aynen uygulamayacağımızı, zira böyle bir şeyin destekten yoksun kalma tazminatının en önemli şartlarından biri olan ( bakım ihtiyacı )’na önem vermemek gibi bir sonuca götüreceğini, bu bağdaşamayacağını, adalet düşüncesinin, mirastan faydalanan mirasçılar için sadece manevi tazminat taleplerinin daha geniş ölçüde takdirini haklı kılabileceğini, hakimin miras menfaatlarını zarardan indirirken halin özelliklerine dikkatle eğilmesi ve miras gelirlerinin elde edilmesindeki güçlüğü olsun, gelir getirmeyen kıymetlerini verimli hale getirilmesindeki zorlukları olsun takdir etmesi ve otomatik indirimlerden kaçınması gerektiğini, ölenin bıraktığı bir bakkal dükkanında bundan böyle dul kalan karının veya tecrübesiz çocuklardan birinin oturmasının, çok defa eski geliri veya hiç değilse bu gelirin eski emniyetini sağlamayacağını, belirtmiştir ( Sh. 173-174 ).

3- Aksi görüş olan, yardım yapanın, vakitsiz ölümü yüzünden adeta tesadüfen mirasçı olan kimselerin elde ettikleri miras menfaatlerinin zarara mahsup edilmesi, buna mukabil yardım eden kimse tabii ömrünü yasaydı davacıya yine intikal edecek olan miras menfaatlerinin ise mahsup edilmemesi fikri, genel mahsup teorisinin yardımcıdan yoksun kalma tazminatına uygulanmasını ifade eder. Bu düşünce tarzı, yukarıda değinilen 45. maddenin sosyal karakterine aykırı düşer. Zira bakım ihtiyacı, nazara alınmamakta, yardıma ihtiyacı olmayan kimselere de tazminat hakkı tanınmaktadır. Düşünmek lazımdır ki, destekten yoksun kalma tazminatı, eylemin karşılığı olan bir ceza değildir. Ölüm dolayısıyla sona eren yardım nedeniyle muhtaç duruma düşülmesini önlemek, bir başka deyişle ölümden önceki yaşama düzeni ve koşullarını geri getirmek amacına yönelik sosyal kırıterde nevi şahsına münhasır bir tazminattır.

Davacının ihtiyaç derecesini tespit ederken, kendi emeği ile elde ettiği gelirini ve bunun artması olanağını gözönüne aldığımız halde, hiç bir emek sarf etmeksizin elde ettiği miras menfaatını, kanuni bir hak olduğu düşüncesiyle nazara almamak sosyal anlayış ve adalet bakımından da bir tezat meydana getirir.

Örneğin her trafik olayında harap olan aracın enkaz değerini, davacının nasıl olsa bunun üzerinde mülkiyet hakkı mevcuttur diye zarardan mahsup etmemek yoluna gidilemeyeceği gibi, ihtiyacı azaltan miras menfaatını da kanuni hak olduğu için, mahsup etmemek yoluna gidilemez.

Destekten yoksun kalma tazminatı terekeye dahil değildir; ölenden miras yolu ile intikal etmez. Bu nedenle iştirak halinde mülkiyet söz konusu olmadığından, mirasçılar dahi ayrı ayrı dava açabilirler. Bu tazminat için ne ölenin nafaka mükellefi, ne de miras bırakan olması koşulu da yoktur. Sosyal ilişkilerinde bir yakını, nişanlısı, metresi, hizmetçisi, hatta ölenin yardım ettiği bir dostu olmak yeterlidir.

İsviçre-Türk Borçlar Kanunu’nun dikkate değer özelliklerinden birini meydana getiren 45. maddenin 2. fıkrası hükmünde, ölenin geride bıraktığı kimselerin bu şekilde geniş bir çerçeve içinde korunması bakımından, modern kodifikasyonların hemen hemen hepsinden üstün bir sosyal karakter vardır. Bu hüküm gereğince, ölüm sonucu olarak, ölenin yardımından yoksun kalan kimsenin bu zararı tanzim edilir. Demek ki önce yardıma muhtaç olmak ve ondan sonra yardım yapılmak veya yapılması muhakkak bulunmak koşullarının gerçekleşmesi, tazminata hükmedilebilmesinin gereğidir. Miras nedeniyle yardıma, ihtiyaç durumu esasen ortadan kalkarsa, ( zarar ) da meydana gelmez ve tazmini, iktiza etmez.

4- Olayda, ölenin gelirini otel işletmesinden sağladığı ve bu otelin işletilmesinin davacı mirasçılara kaldığı ve gelirden bir eksilme olmadığı gerekçesiyle destekten yoksun kalma isteğini içeren tazminat davası, mahkemece reddedilmiştir.

İlke olarak mahkemenin görüş tarzı miras menfaatının gözönünde tutulması yönünden yerinde ise de, kocasının işlettiği bir otelde veya diğer bir işletmede onun yerine geçen bir kadının, kocasının sağladığı geliri elde edemediği, olayların mutad cereyan tarzına göre bilinen bir gerçektir. Bundan başka davacı eşin, ev işlerinde yardımı azalacağı ve kısmen veya tamamen otelde çalışacağı için, evde veya otelde yahut da her ikisinde yardımcıya muhtaç olacağı ve bu nedenle giderlerinde de bir artmanın vuku bulacağı düşünülebilir. Nihayet kadının evlenme ihtimali, çocukların yaşların göre ileriye nizaf olarak tahsil, cihaz gibi yapılacak yardım bakımından uğrayacakları zarar da, gözönünde tutulmalıdır.

Bu itibarla tarafları iddia ve savunmalarına göre gerekli inceleme yapılmadan davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davacıların temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün ( BOZULMASINA ), ödediği temyiz peşin harcının isteği halinde temyiz edenlere iadesine, 01/12/1975 tarihinde oybirliği gerekçede bir oya karşı çoğunlukla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Genel olarak haksız fiilden doğan faydanın zarar mahsup edilmesi icap eder. Ancak zarar veren olay ile husule gelen menfaat arasında uygun bir illiyet rabıtasının bulunması da gereklidir.

Ölenin mirası geride kalana zarar verici olay gerçekleşmeseydi hiç düşmeyecek veya az miktarda düşecek ise mahsubu gerekir. Başka bir tabir ile miras menfaatını haksız fiil gerçekleştirmiş ise bu menfaatin destekten yoksun kalma zararına mahsup edilmesi lazımdır. Haksız fiil vuku bulmaksızın da elde edilebilecek olan miras menfaati mahsuba esas olamaz. Çünkü miras eş ve babalarının davacıların kanuni bir hakkı olup, eş ve babalarının eceli ile ölmemiş olması hali destekten yoksun kalma tazminatının istemek hakkından mahrumiyetini gerektirmez. Bu itibarla davcıların Borçlar Kanunu’nun 45. maddesi dairesinde tazminat isteklerinin hesaplanarak neticesine göre bir karar verilmek gerekirken ölen eş ve babalarından miras yoluyla otel kaldığından davacıların geçimlerini bununla sürdüreceklerinden bahisle davanın reddine isabet bulunmadığından hükmün bozulması oyundayım.

Yorum bırakın

Ankara Danışma / Randevu : 0533 483 9313