Eşit kusurlu eş manevi tazminat alabilir mi?

Ankara boşanma avukatıDAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, kusur belirlemesi, tazminatlar, nafakalar ile velayet yönünden temyiz edilerek; temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması istenilmekle; duruşma için belirlenen 13.4.2012 günü temyiz eden davacı M. B. vekili geldi. Karşı taraf davalı ile vekili gelmediler. Gelenin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında Okumaya devam et Eşit kusurlu eş manevi tazminat alabilir mi?

Eşine Şiddet Uygulayan Kocanın Boşanma Davasında Kusuru

Eşine şiddet uygulayan kocanın boşanma davasında kusuruDAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Davalı kocanın boşanma davasının açılması tarihinden önce, 2010 yılında davacı eşine fiziksel şiddet uygulaması eyleminden dolayı Ankara 4. Sulh Ceza Mahkemesinin 2010/860 esas-2011/35 karar sayılı ilamıyla cezalandırılmasına karar verildiği ve ceza hükmünün kesinleştiği anlaşılmaktadır. Borçlar Kanununun 53. maddesi ( yeni Türk Borçlar Kanunu m.74 ) uyarınca ceza mahkemesinin eylemin gerçekleştiğine ilişkin mahkumiyet kararının hukuk hakimini bağlayacağı göz önüne alındığında; mahkemenin kocanın şiddet olayının eski olay olduğuna yönelik değerlendirmesinde bir isabet bulunmamaktadır. Bu durumda, davalı kocanın eşine fiziksel şiddet uygulamak suretiyle kusurlu ve bu nedenle evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olduğunun anlaşılmasına, davacı kadının da kusurlu bir davranışının kanıtlanamamasına göre; davanın kabulü ile boşanmaya ( TMK.m.166/1 ) karar verilecek yerde; yetersiz gerekçeyle davanın reddine hükmedilmesi isabetsiz olmuş; bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 05.07.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.  (YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ E. 2012/12881 K. 2012/18861 T. 5.7.2012)

 

Boşanma davası süren eşin ölmesi halinde dava düşer mi?

boşanma davası süren eşin ölmesi halinde dava düşer miDAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Mahkemece verilen hüküm; Dairemizin 21.02.2011 günlü ilamı ile davacı kocanın 22.11.2010 tarihinde ölümü ile evlilik birliği sona erdiğinden bu husus gözetilerek karar verilmek üzere bozulmuştur. Bozma kararına uyularak mahkemece tarafların boşanmış olduklarının tespitine, davalının davacıya mirasçı olamayacağına karar verilmiştir. Evlilik birliği ölümle sona erdiğine ve davacı mirasçılar tarafından Türk Medeni Kanununun 181/2. maddesi uyarınca kusur belirlemesine yönelik olarak davaya devam edildiğine göre, boşanma davası yönünden dava konusuz kaldığından “karar verilmesine yer olmadığına” ve davalının boşanmaya sebebiyet verecek derecede kusurlu olup olmadığının tespitine karar vermek gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir:

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11.07.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. (YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ E. 2012/14008 K. 2012/19538 T. 11.7.2012)

Emekli Maaşı Olan Eş Yoksulluk Nafakası Alabilir mi?

ankara boşanma avukatı

DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dı

şında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-Yoksulluk nafakasının amacı, boşanma sonucunda yoksulluğa düşecek olan ve boşanmada daha fazla kusuru bulunmayan eşin, asgari yaşam gereksinimlerinin karşılanmasıdır. Davacı emekli olup, düzenli ve sürekli emekli maaşının bulunduğu ve kendisine ait iki konutunun olduğu toplanan delillerden anlaşılmaktadır. Davacının mevcut geliri ve malvarlığı dikkate alındığında boşanma yüzünden yoksulluğa düşeceği kabul edilemez. Bu husus gözetilmeden yetersiz gerekçe ile davacı yararına yoksulluk nafakası takdir edilmesi doğru bulunmamıştır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu bölümlerinin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11.07.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.

(YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ E. 2012/222 K. 2012/19507 T. 11.7.2012)

Sevgiliye, İmam Nikahlı Eşe Yeni Yasayla Nafaka Geldi (mi ?)

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne yetiştirilmek üzere, daha önce yürürlükte bulunan 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un bazı maddeleri değiştirilerek bazılarına yeni maddelere eklenerek 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun çıkarılmıştı. Bu konuda daha önce, yeni kanunun kadına yönelik şiddeti önleyemeyeceğini yazmıştım. Zamanın maalesef bizi haklı çıkarmasından duyduğum üzüntüyü bu vesile ile bir kez daha yineliyorum.
Bu yeni kanun ile birlikte hukuk çevrelerinde ülkemizin sosyal bir gerçeği olan imam nikahlı birliktelik yaşayan kadınların korunup korunmayacağı ile ilgili bir tartışma da yaşandı. Kanun’dan önce, bazı aile mahkemesi hakimleri yorum yoluyla nikahsız (imam nikahlı) kadına geçici süre için tedbir nafakası bağlayabiliyordu.
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun 2. maddesi aynı haneyi paylaşmasa da aile veya hanede ya da aile mensubu sayılan diğer kişiler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddeti ev içi şiddet olarak tanımladı. Burada dikkat edilmesi gereken kavram ise “aile mensubu sayılan diğer kişiler” ifadesidir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 367.maddesi aynı çatı altında yaşayan ve bu nedenle aileden sayılarak ev başkanının sorumluluğunda bulunan kişileri, kan veya kayın hısımlığı, işçilik, çıraklık veya benzeri sebeplerle ya da koruma ve gözetme ilişkisi içinde ev halkı olarak bir arada yaşayanların hepsi olarak tanımlamıştır. Bu tanımdan olarak, mensubu sayılan kişiler kavramına nişanlılar, evde yatılı çalışanlar dahil olmak üzere aynı evde yaşamayan nikahsız (ya da dini nikahlı birliktelikler) de girmektedir.
Kanun’un 4. ve 5. maddesi hakim tarafından verilecek önleyici ve koruyucu tedbir kararlarını saymıştır. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un 5. maddesinin 4 nolu bendine göre, şiddet uygulayan, aynı zamanda ailenin geçimini sağlayan yahut katkıda bulunan kişi ise 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre nafakaya hükmedilmemiş olması kaydıyla hâkim, şiddet mağdurunun yaşam düzeyini göz önünde bulundurarak talep edilmese dahi tedbir nafakasına hükmedebilecektir.
Bu madde ile, sevgiliye, nişanlıya, dini nikahlı eşe ve hatta 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 367.maddesine göre aileden sayılacak tüm şiddet mağduru kişilere tedbir nafakası bağlanması gerekir.

Çocuğun Soyadı Konusunda Yeni Gelişmeler

Boşanmış Kadın Çocuğuna Soyadını Verebilecek mi?

Çocuğun soyadını seçme hakkı, velayet hakkı kapsamında yer alır. Velayet, reşit olmayan çocuklarının bakım ve gözetimi konusunda ana-babaya verilen hak ve yükümlülüklerden oluşan bir Okumaya devam et Çocuğun Soyadı Konusunda Yeni Gelişmeler

Mal Beyanında Bulunmamanın Cezasını İptal Eden Anayasa Mahkemesi Kararı

Esas Sayısı: 2006/71

Karar Sayısı: 2008/69

Karar Günü: 28.2.2008

2004 SAYILI ‘İCRA VE İFLAS KANUNU’NUN BAZI MADDELERİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KARAR

Resmi Gazete Tarihi: 16 Nisan 2008

Resmi Gazete Sayısı: 26849

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURANLAR:

1- İstanbul 10. İcra Ceza Mahkemesi Esas Sayısı: 2006/71
2- Zonguldak İcra Ceza Mahkemesi Esas Sayısı: 2006/137
3- Üsküdar 1. İcra Ceza Mahkemesi Esas Sayısı: 2008/2
4- Lüleburgaz İcra Ceza Mahkemesi Esas Sayısı: 2008/10

İTİRAZLARIN KONUSU:

A- 4.12.2004 günlü, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (l) bendinin,

B- 9.6.1932 günlü, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun;

1- 31.5.2005 günlü, 5358 sayılı İcra ve İflas Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 7. Okumaya devam et Mal Beyanında Bulunmamanın Cezasını İptal Eden Anayasa Mahkemesi Kararı

Komşunun Çocuğu Camı Kırarsa?

top oynayan çocukEski Türk Filmleri denince gözümüzün önünde canlanan sahnelerden biri de, mahalle arasında top oynayan çocukların ikinci katta oturan Adile Teyze’nin (Naşit) camını kazara kırmalarıdır. Adile Teyze, her seferinde “sizi bacaksızlar” diye seslenir çocuklara, toplarını kesmekle tehdit eder ama kıyamaz. Peki ama gerçek hayatta buna benzer bir olay başımıza gelirse haklarımız nelerdir?

Elbette gerçek hayatta her olay filmdeki kırılan cam kadar masum olmayabilir, çocuklar üçüncü kişilere ciddi zararlar verebilirler. Çocuklar, bir ormanı yakabilir (Yargıtay 4.Hukuk Dairesi E. 2010/13691 K. 2012/1552 T. 7.2.2012), motosikleti ile bir kamyona arkadan çarpıp kamyon kasasındaki yolcunun ölümüne sebep olabilir ( YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ E. 2009/5021 K.  2009/6644 T. 11.5.2009 ),  teneffüs sırasında oynarken ayağı ile yerdeki taşa vurup fırlatması sonucu arkadaşını gözünden yaralayabilir ( YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ E. 2004/3132 K. 2005/274 T. 25.1.2005), arkadaşının gözüne kalem batırabilir (YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ E. 2003/4678 K. 2003/10280 T. 18.9.2003) hatta babasına ait silahla başkalarını vurabilir ( YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ E. 2003/3597 K. 2003/8285 T. 24.6.2003)

Bu gibi durumlarda çocuğa karşı dava açılabilir mi? Yoksa “çocuktur, yaptığını bilmez” deyip sineye mi çekilecektir?

Aile halinde yaşayan birden çok kimsenin oluşturduğu topluluğun kanuna, sözleşmeye veya örfe göre belirlenen bir ev başkanı varsa, evi yönetme yetkisi ona ait olur.

Evi yönetme yetkisi, kan veya kayın hısımlığı, işçilik, çıraklık veya benzeri sebeplerle ya da koruma ve gözetme ilişkisi içinde ev halkı olarak bir arada yaşayanların hepsini kapsar.

Ev başkanı, ev halkından olan küçüğün, kısıtlının, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunan kişinin verdiği zarardan, alışılmış şekilde durum ve koşulların gerektirdiği dikkatle onu gözetim altında bulundurduğunu veya bu dikkat ve özeni gösterseydi dahi zararın meydana gelmesini engelleyemeyeceğini ispat etmedikçe sorumludur.

Ev başkanı, ev halkından akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunanların kendilerini ya da başkalarını tehlikeye veya zarara düşürmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.

Yukarıdaki örneklerde ev başkanı olarak (genel olarak babanın) sorumlu olduğu kabul edilmiştir. Reşit olmayan bir kişinin eğitim ve yetiştirilmesi kurul olarak aileye aittir. Bu konu 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 369. maddesinde düzenlenmiş olup ev başkanının bu konudaki sorumluluğu belirlenmiştir. Bu sorumluluk için ana ilke, ev başkanının özen ve gözetim görevini yapmamasıdır. Çocuğun gerçekleştirdiği eylem onun aile başkanı tarafından tehlikeli ve hukuka aykırı şeyler yapmaktan uzak tutulmadığını kendisine bu konuda gerekli bilgi verilip aydınlatılmamış olduğunu göstermekte ise bu fiiller sonucunda ev başkanı tazmin ile sorumlu olur.

Bir olayda babanın özen ödevini yapıp-yapmadığını tesbit görevi hakime aittir. Fakat takdir hakkının yerinde kullanılıp kullanılmadığı Yargıtay denetimine aittir. Hakim, takdir hakkını kullanırken özen ve gözetim görevini bağlı olanın yaşını karakterini olgunluk derecesini, özellikle tehlikesinin varlığını ve çeşitlerini idrak edebilme ve bunları önleyebilme yeteneğini, sosyal çevreyi ve şartları ayrıca gözönünde bulundurmalıdır. Aile başkanı çocuğuna iyi terbiye verdiğini ispat suretiyle sorumluluktan kurtulamaz. Çünkü terbiyeden ve terbiyenin sonuçlarından değil, kendisine düşen özen ve gözetim ödevinin gerekli kıldığı tedbirleri alıp almamakla sorumludur. Ayrıca soyut afaki nasihat ve talimat özen ve gözetim ödevinin yerine getirildiğinin kabulüne elverişli olmaz.

Medeni Kanun’un 369/1 maddesine göre, Ev başkanı ev halkından olan küçüğün, kısıtlının, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunan kişinin verdiği zarardan, alışılmış şekilde durum ve koşulların gerektirdiği dikkatle onu gözetim altında bulundurduğunu veya bu dikkat ve özeni gösterseydi dahi zararın meydana gelmesini engelleyemeyeceğini ispat etmedikçe sorumludur. Maddenin açık ifadesinden de anlaşıldığı gibi, üçüncü kişilere verdikleri zararla ev başkanını sorumluluk altına sokanlar; küçük, kısıtlı ve akıl hastalığı veya akıl zayıflığı olan kimselerdir.

Hukuk düzeni, ev başkanını koruyucu ve güvenilir kişi olması; küçükleri, kısıtlıları, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunanları korunmaya ve gözetime muhtaç kimseler olarak kabul eder. Bu kişiler, küçüklükleri, tecrübesizlikleri, akli yetersizlik ve dengesizlikleri sebebiyle başkaları için tehlike teşkil ettikleri gibi, aynı şekilde başkaları da kendileri için tehlike oluşturabilir. Velayet ve vesayet kurumları küçük ve kısıtlıların, ailenin ve üçüncü kişilerin korunması amacıyla konulmuştur.

Ev başkanlığı, aile halinde birlikte yaşayanların idare edilmesine, öncelikle aile üyeleri arasında bir düzenin kurulmasına, bunların yararına olarak birliğin korunmasına, hizmet eder. Bununla beraber ev başkanlığı kurumuyla güdülen asıl amaç, gözetime muhtaç aile üyelerine karşı zarara uğramış olan üçüncü kişileri korumaktır. Yani ev, başkanlığı yalnız yetkiler veren bir kurum olmayıp, aynı zamanda görev ve sorumluluklar da yükleyen bir kurumdur. Ev başkanı özen ve gözetim görevini yerine getirmemesinden dolayı üçüncü kişiler bir zarara uğramışlarsa, bu zararı tazminle sorumludur. Ev başkanının MK.369/1’den doğan sorumluluğu, herşeyden önce şahıs itibariyle sınırlıdır. Başka bir deyişle ev başkanı, sadece küçük ve kısıtlıların haksız davranışları ile başkalarına verdikleri zararlardan sorumludur.

Kural olan, kusurlu davranıştan sadece failini sorumlu kılınması ve bundan doğacak sonuçlara da bizzat onun katlanmasıdır.

Cezai sorumlulukta bu ilke “kusurun şahsileştirilmesi” prensibi ile kabul edilmiştir. Aynı ilke, kural olarak hukuki sorumlulukta da geçerlidir. BK. m. 41’de ifadesini bulan bu ilke gereğince, herkes “Gerek kasten, gerek ihmal ve teseyyüp veya tedbirsizlikle haksız bir surette” başkalarına verdiği zararı tazminle yükümlüdür.

Bununla beraber pozitif hukuk düzenleri bu tabi hukuk kurallarına bazı istisnalar getirmişlerdir. Söz konusu istisnalara, daha çok sorumlu kişilerin zarar verenle belirli veya kişisel bir ilişki içinde bulunduğu hallerde yer verilmiştir. İşte, hukuk sistemimiz de başkasının eyleminden sorumluluğu düzenleyen ayrık hükümlerden biri de MK. m. 369/1’dır.

MK.m. 369/1 toplumsal hayatta büyük bir pratik ve hukuki ihtiyaca cevap vermektedir. Gerçekten her toplumun önemli bir kesimini çocuklar, yasal bir deyişle, küçükler oluşturur. Bunlar yaşları ve ruhi yapıları itibariyle oyuna ve oyun aletlerine düşkündürler. Ayrıca, çevrelerine karşı aşırı bir ilgi duyarlar. Bu nedenle zamanlarının çoğunu evde, okulda, parkta, sokakta ya da mahalle aralarında oynayarak geçirirler. Gerek oyun içinde gerekse oyun dışında oyuncak veya diğer araç ve gereçlerle birbirlerine veya üçüncü kişilere her zaman zarar verebilirler. Çocukların bilerek veya bilmeyerek birbirlerinin beden bütünlüğüne ve şahsiyet haklarına saldırıda bulunmaları rastlanılan olaylardandır.

Bütün bu durumlarda, küçük temyiz kudretine sahip ise verdiği zarardan bizzat sorumludur. Ancak, birçok durumda mal varlığı olmadığı için fiilen, birçok durumda ise hem mal varlığı hem de haksız fiil ehliyeti olmadığı için gerek fiilen, gerekse hukuken sorumlu tutulmaları söz konusu olamamaktadır. Kaldı ki, özen ve gözetime muhtaç kimseleri şahsen sorumlu tutmak mümkün olsa bile, zararın tamamını tazmin ettirmek olanağı her zaman bulunmayabilir. Çünkü temiz kudretleri yoksa zarar veren aile üyeleri ancak hakkaniyet gereğince sorumlu tutulabilirler ( BK.m.54 ). Oysa, hakkaniyet ölçüsü bazı hallerde uğranılan zararın tamamının tazminine imkan vermez. Zira, hakkaniyet sorumluluğunda zarar verenin ekonomik durumu el verdiği ölçüde zarar tazmin edilir. İşte bu tür fiili ve hukuki imkansızlıklar küçük, kısıtlı, akıl hastası veya akıl zayıfı aile üyelerinin davranışlarından zarar gören kimselere karşı başka bir şahsın sorumlu kılınması ihtiyacını doğurmuştur. Gerçekten, çok sık meydana gelen bu olaylarda, toplumu savunmasız bırakmamak; onu, küçüklere, kısıtlılara, akıl hastası ve akıl zayıflarına karşı korumak gerekir. İşte toplum yararı ve işlerin güvenle yürütülmesi ilkesi, zarar veren bu kimselerin yanında, başka birinin de sorumlu tutulmasını zorunlu kılmıştır.

Türk Hukuk sisteminde Ev başkanının sorumluluğu kusura dayanmaz. Diğer bir anlatımla bu sorumluluk kusursuz sorumluluktur.

Medeni Kanunun sözü edilen maddesinde öngörülen ana ilke ev başkanının gözetimindeki özen ödevini yapmamasıdır.

Ev başkanının sorumluluğunun ilk şartı, gözetime muhtaç bir aile üyesinin zararlı bir davranışta bulunmasıdır. Zararlı davranış olumlu hareketlerle olabileceği gibi olumsuz hareketlerle de yaratılır. Olumsuz davranış, başkasını zarardan korumak için bir harekette bulunmak yükümlülüğünün mevcut olmasına rağmen böyle bir davranışta bulunulmadığı zaman söz konusu olur. Bununla birlikte, zararlı davranışlar içinde en çok görüleni olumsuz davranışlardır. Bunlara uygulamada çok çeşitli örnekler verilebilir. Örneğin, oyun sırasında sopa veya dikenli dalla arkadaşına vurmak, taş, kartopu, kağıttan uçak; silgi, ok ve cam gibi cisimler atmak, bıçakla yaralamak ateşli silahlarla veya oyuncak tabanca ile oynamak, tüfek veya tabanca ile ateş etmek, bir araçla çarpmak, yangın çıkarmak, ırza geçmek ve hırsızlık yapmak gibi eylemlerde durum böyledir.

MK.m. 369/1’in uygulanabilmesi için herşeyden önce ortada, bir zararın bulunması gerekir. Gözetime muhtaç aile üyelerinin sebep oldukları zararın çeşidi, ev başkanının sorumluluğu bakımından önemli değildir. Zira, ev başkanı gözetimi altındaki kişilerin üçüncü kişilere verdikleri her türlü zarardan sorumludur. Bu zararlar, beden bütünlüğünün ihlali, adam öldürme gibi şahsa ilişkin olabileceği gibi eşya ile ilgili de olabilir. Uygulamada en çok görülen zarar türü, beden bütünlüğüne yönelen zararlardır. Bunlar arasında en çok gözü kör etmek, yaralamak, parmak kesmek, ölüme sebebiyet vermek gibi zararlara rastlanmaktadır. Eşya ile ilgili zararlar arasında ise yakmak, yıkmak, hırsızlık, şahsiyet haklarına yönelik zararlar arasında ise, ırza geçmek başta gelmektedir.

Ev başkanının kendine düşen özen ve gözetim görevini yerine getirip getirmediği, zarar verici olayın özelliklerine göre belirlenmelidir. Her olayın gerektirdiği tedbirler, her şeyden önce, kendi şartları içinde düşünülmelidir. Bu bakımdan, ev başkanının alması gereken tedbirler olaydan olaya göre değişebilir. Örneğin, zarar verici olayın gerekli kıldığı tedbirler duruma göre sadece eğitmek, öğüt ve talimat vermek, uyarı, ihtar ve yasaklamak şeklinde olabileceği gibi, bunların izlenmesi ve kontrol edilmesi şeklinde de olabilir. Bununla beraber, zarar verici olay ve tehlikeye dikkat çekmek, bilgi vermek ve aydınlatmak, duruma göre tehlikeli şeyleri ortadan kaldırmak, atmak veya muhafaza altına almakla somut olayın gerektirdiği tedbirler çerçevesinde düşünülebilir. Tüm zarar verici eylemlerde ev başkanına düşen tedbirler, genel ilkeler içinde düşünülmelidir. Zira, en zararsız oyuncak veya nesneler bile, bazen küçüklerin dikkatsizlikleri ve beceriksizlikleri nedeniyle veya umulmayan bir sebebin eklenmesiyle zarara sebep olabilir.  (YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ E. 2003/4661 K. 2003/14392 T. 9.12.2003 )

 

 

6098 sayılı Borçlar Kanunu Madde 584: Kefillik İçin Eşin Rızası

6098 sayılı Borçlar Kanunu, 11.1.2011 tarihinde kabul edildikten sonra 1 Temmuz 2012 itibarıyla yürürlüğe girdi. Bu Borçlar Kanunu ile 818 sayılı Borçlar Kanunu kaldırılmış oldu. Yeni Borçlar Kanunu’nun 584. maddesinde eski Borçlar Kanunu’nda bulunmayan yeni bir düzenlemede yapıldı. Bu yeni düzenleme ile “bir eşin kefilliğinin geçerli olabilmesi için diğer eşin yazılı olarak izin vermesi” koşulu getirildi.

Eşin yazılı izin verme koşulunun istisnaları:

Eşin yazılı izin verme koşuluna madde ile iki istisna getirildi. Birinci istisna, mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olması, ikinci istisna ise eşlerden birinin yasal olarak ayrı yaşama hakkının doğmuş olması olarak belirlendi. Bu istisnaların varlığı halinde kefilliğin geçerli olması için eşin izni aranmayacak.

Maddenin Önemi:

Önceki Borçlar Kanunu’nda bulunmayan ancak kaynak İsviçre Borçlar Kanunu’nun 494. maddesi gözönüne alınarak hazırlanan maddeye göre, evlilik süresince bir eşin kefil olabilmesi için yazılı izin koşulu aranmıştır. Bu maddeye göre eşlerden birinin banka kredisi kullanması, her hangi bir vadeli mal alımına kefil olabilmesi için yazılı izni gerekiyor. Genel olarak şirketlere kullandırılacak kredilerde ortağın da kefil olması banka tarafından isteniyor. Bu halde, her seferinde eşin yazılı izni alınması gerekiyor. Yeni Borçlar Kanunu’nun 584. maddesi, ailenin ekonomik yönden korunmasını amaçlamakta ise de özellikle aile şirketlerinin iş yapmalarını zorlaştırabileceği düşünülüyor.

Maddenin Tam Metni:

6098 sayılı Borçlar Kanunu Madde 584: “Eşlerden biri mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça, ancak diğerinin yazılı rızasıyla kefil olabilir; bu rızanın sözleşmenin kurulmasından önce ya da en geç kurulması anında verilmiş olması şarttır.
Kefalet sözleşmesinde sonradan yapılan ve kefilin sorumlu olacağı miktarın artmasına veya adi kefaletin müteselsil kefalete dönüşmesine ya da kefil yararına olan güvencelerin önemli ölçüde azalmasına sebep olmayan değişiklikler için eşin rızası gerekmez.”

Boşanma Davası Açtıktan Sonra Birlikte Tatile Giden Eş Affetmiş Sayılır

Mahkememizde görülmekte bulunan Boşanma davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların 1998 yılında evlendiklerini, evliliklerinden Ö. ile M. isimli iki müşterek çocuklarının bulunduğunu, müvekkilinin evlendiğinde 15 yaşında olduğunu ve ilk çocuğunun doğumundan sonra davalının sadakatsiz davrandığını öğrendiğini, müvekkilinin yaklaşık 4 yıl önce davalının internetten bir kadın ile görüştüğünü öğrendiğini, davalının inkar ettiğini ve müvekkilini böyle bir ilişkisi olmadığı yönünde ikna ettiğini ,ancak müvekkilinin bu durumu eniştesi Okumaya devam et Boşanma Davası Açtıktan Sonra Birlikte Tatile Giden Eş Affetmiş Sayılır
Şimdi arayın: 0533 483 9313