Mirasçından Mal Kaçırma Davası

mirasçıdan mal kaçırmak, mirasçının mal kaçırması, mirasçılardan mal kaçırma bağış, mirasçının alacaklılardan mal kaçırması, mirasçıdan mal kaçırma zamanaşımı, terekeden mal kaçırma, mirasçılardan mal kaçırma zamanaşımı, diğer mirasçılardan mal kaçırma, mal kaçırma davası süresi
veraset mal kaçırma

Muvazaa Nedir?

Muvazaa, irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanır.

Pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede, “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir.

Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır, şeklinde tanımlanabilir.

Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır.

Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak muvazaa ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

Muris Muvazaası Nedir?

Uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür.(1. Hukuk Dairesi 2016/6140 E. , 2019/4845 K.)

Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır: “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında tapu iptal tescil istemi ile dava açılmaktadır.

Muris muvazaası da öteki nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaalar gibi dört unsurdan oluşur:

a-Görünüşteki Sözleşme: Miras bırakanın, mirasçıdan mal kaçırmak, onların kendilerinden mal kaçırıldığı yönünde yapacakları itirazları, açacakları davaları önlemek, başka bir anlatımla onları aldatmak için karşı taraf ile anlaşarak, gerçek iradesine uygun düşmeyecek ve hiçbir hüküm ve sonuç doğurmayacak biçimde düzenlediği sözleşmeye görünüşteki sözleşme denir.

b-Üçüncü Şahısları (Mirasçıları) Aldatmak Amacı: Muris muvazaasına bu açıdan bakıldığında, öteki nispi muvazaalardan farkı mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık anlatımıyla, muris muvazaasında aldatmak isteyen (muvazaalı işlem yapan) miras bırakan, aldatılmak istenen ise mirasçıdır. Oysa muris muvazaası dışında kalan mutlak ve nispi muvazaalarda aldatılmak istenen üçüncü kişinin mirasçı olması şart değildir.

Muvazaalı sözleşme yapıldığı sırada mal kaçırılmak, aldatılmak istenen bir mirasçının veya mirasçıların bulunması, aldatmak amacının (kastının) gerçekleşmesi için yeterlidir. Bu durumda miras bırakanın ölüm tarihine göre mirasçı olan ve terekeden miras hakkı alması gereken mirasçının, kendisinin henüz mirasçılık sıfatını kazanmadığı tarihte yapılan muvazaalı işleme karşı durarak, muvazaanın tespiti için murisin ölümünden sonra dava açmakta hukuki yararının ve hakkının bulunduğu açıktır. Muvazaalı sözleşmenin yapıldığı tarihte mirasçı olmamasının muvazaa davası açma hakkına hiçbir etkisi yoktur. Esasen bir mirasçı muvazaa nedeniyle açtığı bir iptal ve tescil davası sonunda muris muvazaasının varlığını ispat edip o taşınmazın terekeye dönmesini sağladığı takdirde, muvazaalı sözleşme tarihinde mirasçı olmayıp da, miras bırakanın ölüm tarihinde mirasçılık sıfatını kazanan mirasçı o taşınmazdan pay aldığına göre, kendisine, muvazaalı sözleşme tarihinde mirasçı olmaması nedeniyle dava açma hakkı tanınmaması açık bir çelişki yaratacağı gibi, hukuk mantığına da uygun düşmez.

Miras bırakan sağlığında mallarını mirasçıları arasında, makul ölçüler içerisinde, dengeli bir biçimde paylaştırmışsa, artık mirasçıdan mal kaçırmak, onları aldatmak kastı ve iradesi bulunmadığından, muris muvazaasından söz etmek mümkün olmaz.

Bu gibi temliklerde miras bırakanın amacı mirasçıdan mal kaçırmak değil, mallarını sağlığında mirasçılar arasında pay etmektir. Uygulamada “denkleştirme” olarak da tanımlanan bu paylaştırmanın kabulü için, miras bırakanın tüm mirasçılar arasında paylaştırma yapması, paylaştırmada tam bir eşitlik olmasa dahi makul ve hoşgörü ile karşılanabilecek bir denge kurması gerekir.

Miras bırakan sadece mirasçılardan birine veya birkaçına pay vermişse veya paylaştırmada makul ve hoşgörü sınırlarını aşan bir dengesizlik bulunuyorsa, paylaştırma değil mirasçıdan mal kaçırma amacı üstün tutulmuş sayılacağından, aldatmak unsuru teşekkül edecektir. Bu takdirde de pay almayan veya az pay verilen mirasçı veya mirasçıların dava açmak hakları doğacaktır.

Denkleştirmenin var olup olmadığının anlaşılabilmesi içim tüm mirasçılara verilen mal ve kıymetlerin; tanık dinlemek, ilgili mercilerden bilgi ve belge istemek, tüm taraf delillerini toplamak, uzman bilirkişi aracığı ile her bir mirasçıya verilen mal ve değerleri birbirleri ile kıyaslamak gerekir.

c-Tarafların Beyanları ile İradeleri Arasında İsteyerek Meydana Getirdikleri Uyumsuzluğu Açıklayan Muvazaa Anlaşması: Muris muvazaasındaki muvazaa anlaşması, miras bırakan ile karşı taraf arasında görünüşte yapılan sözleşmenin niteliğini değiştiren sözleşmedir.

Muvazaa sözleşmesi hiçbir şekil koşuluna bağlı değildir. Yazılı yapıldığı gibi çok kez de sözlü yapılabilmektedir. Uygulamada muvazaa anlaşmasının çok zaman gizli sözleşme ile bir arada, hatta onunla iç içe yapıldığı görülmektedir. Ancak gizli sözleşme ile birlikte yapılması muvazaa sözleşmesinin ayrı bir sözleşme olması niteliğini ortadan kaldırmaz.

Gerek “taraf” gerekse “muris muvazaasında” muvazaa anlaşmasının varlığı muvazaanın oluşması için şarttır. Muvazaa anlaşmasını miras bırakan bizzat veya vekili aracılığı ile yapabilir. Miras bırakanın görünüşteki sözleşmeyi bizzat yapması, muvazaa anlaşmasını vekili aracılığı ile yapmasına engel teşkil etmez.

Muvazaa anlaşmasının görünüşteki sözleşmeden önce veya en geç onunla aynı zamanda yapılması gerekir. Daha sonra yapılan sözleşme bu muvazaa sözleşmesini değil, önceki geçerli sözleşmeyi değiştiren ikinci bir sözleşme niteliğini taşır.

d-Gizli Sözleşme: Muris muvazaasının son unsuru, tüm nispi muvazaalarda olduğu gibi gizli sözleşmedir. Miras bırakan malını bağış yoluyla devretmek istemekte, bu iradesine uygun bir sözleşme yapmaktadır. Ne var ki, bu sözleşmeyi gerçek iradesine uygun olmayan başka nitelikteki bir sözleşmenin arkasına gizlemektedir. Gerçek iradesine uygun olmayan, bilinen ve açıklanan sözleşmeye “görünüşteki sözleşme”, gerçek iradesine uygun olan, ancak saklanan, gizli kalan sözleşmeye de “gizli sözleşme” denmektedir.

Muris muvazaasında gizli sözleşme daima bağış sözleşmesi şeklinde yapılmaktadır. O halde muris muvazaasında öteki mirasçılardan gizlenen, malın temliki değil, temlik sözleşmesinin niteliğidir. Gizli sözleşme bulunmadığı takdirde muris muvazaasından söz etme olanağı yoktur.

Bu noktada; görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli sözleşme de şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar resmi sözleşmenin muvazaa nedeniyle geçersizliğinin tespitini ve tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Saklı pay sahibi olsun veya olmasın, her mirasçı mirastan mal kaçırmak amacıyla miras bırakan tarafından yapılan muvazaalı sözleşmenin geçersizliğinin tespitini, bu sözleşmeye dayanılarak bir tapu kaydı oluşmuşsa tapu kaydının iptali ile pay oranında adına tescilini veya eski hale getirilmesini (terekeye döndürülmesini) isteyebilir. Mirasçı, muvazaalı sözleşmenin dışında kaldığından ve ona karşı koyduğundan üçüncü kişi durumundadır. Her ne kadar mirasçı muvazaalı sözleşme yapan kişinin ardılı (külli halefi) ise de miras bırakan muvazaalı sözleşme yaparak kanunen kendisine intikal etmesi gereken miras hakkına mani olup onun tamamını veya bir bölümünü başkasına intikal ettirdiğinden, bu sözleşmeye karşı koymakta, onun geçersizliğini istemektedir.

Görülüyor ki, miras bırakanın iradesi ile mirasçının yararı çatışmaktadır. Bir bakıma mirasçı kanuni hakkını miras bırakana karşı korumaya çalışmaktadır. Miras bırakanın iradesine karşı dava açmaktadır. Bu itibarla muris muvazaası davasında mirasçının üçüncü kişi sıfatıyla hareket ettiği kuşkusuzdur.

Elbette miras bırakan saklı pay dışındaki mallarını kanunların öngördüğü biçimde serbestçe tasarruf etme ve başkasına dilediği gibi temlik etme hakkına sahiptir. Ancak mallarını kanuna uymayan şekilde temlik ettiği takdirde, öldükten sonra zarar gören mirasçının bu tasarrufa karşı koyma, geçersizliğinin tespitini isteme hakkının bulunduğunun da kabulü gerekir.

Öteki deyişle, miras bırakanın nasıl ki saklı pay dışındaki mallarını kanuna uygun biçimde devretme hakkı varsa, mirasçının da miras bırakanın kanuna aykırı biçimde düzenlediği ve kendisini miras hakkından yoksun bırakan hukuki tasarruflarına karşı koyma, yapılan temlik ve tescilin iptalini isteme hakkı vardır.

Asıl olan miras bırakanın terekesinin kanunlarda öngörülen şekilde mirasçılarına intikal etmesidir. Miras bırakanın saklı pay dışındaki mallarda dilediği gibi tasarruf etme hakkı varsa da, bu temliki yaparken kanunlarda öngörülen şekil koşuluna uymak zorundadır. Şekil koşuluna uyulmadığı taktirde, kanun gereği malik olacak mirasçının şekil noksanlığından dolayı bu temlikin iptalini istemekte hukuki yararı vardır.

Bununla birlikte, miras bırakan bağış sözleşmesini görünüşte satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi gibi ivazlı bir sözleşme arkasına gizleyerek, mirasçının saklı payını da temlik etmiştir. Miras bırakanın bu kötü niyeti ve onunla işbirliği içerisindeki karşı tarafın kötü niyete dayanan hakkı kanun tarafından korunamaz.

Muris muvazaası davası açacak kişinin muvazaalı sözleşme yapan miras bırakanın mirasçısı olması yeterlidir. Saklı pay sahibi mirasçı olması gerekmez. Dava açan mirasçı üçüncü kişi durumunda olduğundan, davasını her türlü delil ile ispat edebilir.

Ayrıca, murisin mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yaptığı muvazaaya dayanan devir ve temlikler geçersiz olduğundan, davaya konu taşınmazı muvazaalı olarak iktisap eden davalının işgali iyi niyetli sayılamaz ve kendisinden mal kaçırılan davacılar, murisin ölüm tarihinden başlayarak dava tarihine kadar geçen süre için ecrimisil isteyebilirler. (Hukuk Genel Kurulu 2017/1207 E. , 2019/325 K.) 

Nitekim 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 995. maddesinin birinci fıkrasında, iyi niyetli olmayan zilyedin geri vermekle yükümlü olduğu şeyi haksız alıkoymuş olması yüzünden hak sahibine verdiği zararlar ve elde ettiği veya elde etmeyi ihmal eylediği ürünler karşılığında tazminat ödemek zorunda olduğu hüküm altına alınmıştır.

O hâlde, miras bırakanın ölümü ile terekesinin mirasçılarına intikal edeceği ve ölüm tarihi itibariyle mirasçıların hak sahibi olacağı gözetildiğinde, taşınmazı bu şekilde kullanan kişilerin ölüm tarihinden sonraki kullanımları haksız işgal niteliğinde olacağından ecrimisilden (haksız işgal tazminatından) sorumlu olacakları kuşkusuzdur.

Muris muvazaasında, mirasbırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Başka bir anlatımla, mirasbırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır.

Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.

Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır.

Daha açık bir anlatımla, 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde mirasbırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) m. 611. maddesine göre ölünceye kadar bakıp gözetme sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir akittir. (818 s. Borçlar Kanununun (BK) m. 511).

Başka bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da bakım alacaklısına yasanın öngördüğü anlamda ölünceye kadar bakıp gözetme yükümlülüğü altına girer. (TBK m. 614 (BK) m. 514)).

Bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz.

Ancak, bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetilme koşulunun değil de, bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse (örneğin mirasçılarından mal kaçırma düşüncesinde ise), bu takdirde akdin ivazlı (bedel karşılığı) olduğundan söz edilemez; akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır.

1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, mirasbırakanın tapulu taşınmazların temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir:

1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” karar verilmiştir.

Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama olanağı bulunmamaktadır. Mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır.

Uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi de davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

Anılan kararın salt adalet duygusu ve kamu vicdanını rahatsız edebilecek sonuçlar doğurduğu gerekçesiyle değiştirilmesi için yapılan başvuru üzerine Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 16.3.1990 tarih ve 1989/1 E., 1990/2 K. sayılı kararında ise, “…Bu karar toplumun özel koşul ve gereksinimleri dikkate alınarak çıkarılmıştır. Şöyle ki, özellikle küçük kırsal bölgelerde kız çocuklarını mirastan mahrum etmek amacıyla muris, erkek çocuğu ile anlaşarak gerçekte bağışlama istediği malvarlığını, kötüniyetle satış göstermek suretiyle devir işlemini gerçekleştirmektedir. Bunun yanında eşin ölümü veya boşanma sebebiyle yeniden evlenen erkek, önceki eşinden olma çocuklarını sonraki eşin etkisiyle mirastan mahrum etmek amacıyla sonraki çocuklara gerçekte bağışlamak istediği malvarlığını satış göstermek suretiyle onlara intikal ettirmektedir. İşte, 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı esas itibariyle muvazaalı tasarruflar karşısında gerek kız çocuklarını erkek çocuklarla eşit miras hakkına kavuşturmak ve gerekse murisin çocukları arasında eşitliği sağlamak amacıyla çıkarılmış olup, bu düzenlemenin toplumun ihtiyaçlarına cevap verdiği ve hukuk önünde eşitliği sağladığı tartışma götürmeyecek kadar açıktır. Bu çözüm tarzının değiştirilmesini haklı kılacak hiç bir neden görülmemiştir.” şeklindeki açıklamalarla 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının Türk Hukukunda benimsenmesinin sebeplerine de değinilerek, değiştirilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Öte yandan mirasbırakanın sağlığında mal varlığının tamamını veya bir kısmını, mirasçıları arasında hoş görü ile karşılanabilecek makul ölçüler içerisinde paylaştırmışsa mirasçısından mal kaçırma iradesinden söz etme olanağı yoktur. O halde miras bırakanın denkleştirme yapıp yapmadığı üzerinde durulması, mirasbırakandan tüm mirasçılarına intikal eden, taşınır, taşınmaz ve hakların araştırılması,tapu kayıtları ve varsa öteki delil ve belgelerin mercilerinden getirtilmesi, her bir mirasçıya geçirilen malların ve hakların nitelikleri ve değerleri hakkında uzman bilirkişiden rapor alınarak paylaştırmanın mı, yoksa mal kaçırma amacının mı üstün tutulduğunun aydınlığa kavuşturulması zorunludur. 1. Hukuk Dairesi 2016/16041 E. , 2020/415 K.

Muvazaa Nasıl İspatlanır?

Muvazaa iddiasına dayalı davalarda mirasbırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerekmektedir. Bu kapsamda HMK’nun 190. maddesi ve TMK’nun 6. maddesi gereğince herkes iddiasını ispatla mükelleftir.

Öte yandan, miras bırakan tarafından sağlığında hak dengesini gözeten, kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapılmışsa, mal kaçırmak kastından söz edilmez. (Hukuk Genel Kurulu 2017/1207 E. , 2019/325 K.)

Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır.

Bunun için de:

  • ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri,
  • toplumsal eğilimleri,
  • olayların olağan akışı,
  • mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı(1),
  • davalı yanın alış gücünün olup olmadığı(2),
  • satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark,
  • taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi

olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Mirasbırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi için de,

  • sözleşme tarihinde murisin yaşı,
  • fiziki ve genel sağlık durumu,
  • aile koşulları ve ilişkileri,
  • elinde bulunan mal varlığının miktarı,
  • temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi

bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekir.(1. Hukuk Dairesi 2016/6140 E. , 2019/4845 K.)

Muvazaa nedenine dayalı olarak verilen kararlar yenilik doğurucu değil, açıklayıcı nitelik taşırlar.

Bu suretle oluşan kararlara konu işlemler yapıldıkları tarihten itibaren butlanla malüldür ve yapılmamış sayılırlar.

Öte yandan, muvazaalı işleme taraf olan, kişinin iyiniyetli olduğundan söz etme olanağı da yoktur. Tarafı bulunduğu işlem yok hükmünde olup, bu suretle oluşan tescil de yolsuz tescil niteliğindedir.

Tapu İptal ve Tescil Davasında Dava Değeri Nedir?

Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davalarında dava değeri, çekişme konusu taşınmazın tümünün değeri üzerinden davayı açan mirasçı ya da mirasçıların paylarına isabet eden değerdir. Örneğin dava konusu taşınmazlarda temlike konu payların dava tarihi itibariyle keşfen saptanan değeri 60.000,00 TL olup, davacının miras payı olan (1/3) paya isabet eden ve harcı tamamlatılan değerin 20.000,00 TL olur. Bu değer üzerinden harç ve vekalet ücretine hükmedilmesi gerekir; taşınmazların tamamı üzerinden fazla harç ve vekalet ücretine hükmedilmesi doğru değildir. 1. Hukuk Dairesi 2016/14809 E. , 2020/476 K.

 


(1) Örneğin Yargıtay, kanser tedavisi gören, beş yıl boyunca cezaevinde kalan ve ölmeden önceki son dört yılını felçli olarak geçiren murisin diğer mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla değil de davalı oğlunun gerek kendisi gerekse eşine o güne kadar sağladığı bakım ve desteğin yarattığı minnet duygusu ve yine ileride de bakacağı düşüncesiyle temlikte bulunduğuna karar vermiştir. Hukuk Genel Kurulu 2017/1247 E. , 2020/47 K.

(2) Semenin her zaman para ile ödenmiş olması gerekmez. Örneğin son dört yılını felçli olarak geçiren babasına sağladığı bakımın normal bir bakım olarak kabul edilemeyeceği, özel bir bakım ve destek sağladığı, böyle olunca eldeki davada davalının bu hizmetinin semen olarak değerlendirilmesi hukuka uygun düşeceğinden, yapılan temlikin ivazlı olduğunun da kabulüne karar verilmiştir. Hukuk Genel Kurulunun 28.04.2009 tarihli ve 2009/1-130 E., 2009/150 K.; 16.06.2010 tarihli ve 2010/1-295 E., 2010/333 K. ile 23.05.2019 tarihli ve 2017/1-1263 E., 2019/603 K. sayılı kararlarında da özel bakım ve hizmetin semen olarak değerlendirilmesi gerektiği hususu benimsenmiştir.

Muris Muvazaasına Dayalı Tapu İptal ve Tescil Davası

Mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı satış gösterilmesi:

Toplanan delillerden ve tüm dosya içeriğinden

  • miras bırakan A.’nin 05.12.2004 tarihinde öldüğü,
  • geride mirasçıları olarak kendisinden önce vefat eden oğlu İ.’in mirasçıları davalılar ile davacıların kaldıkları,
  • miras bırakanın 1792 ada 3 parsel sayılı taşınmazdaki ½ payını 22.09.1980 tarihinde oğlu İ.’e satış suretiyle temlik ettiği,
  • taşınmazın imar uygulamasına tabi tutulduğu, 22650 ada 1 sayılı parselin oluştuğu, bilahare taşınmazda kat irtifakı kurulduğu, B Blok 14 no’lu bağımsız bölümün davalılar A., F., A., F. adına; E Blok 5 no’lu bağımsız bölümün da davalı Ş. adına tescil edildiği, miras bırakanın mal satmaya ihtiyacının olmadığı, temlikin diğer mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla yapıldığı anlaşılmaktadır.

Miras bırakan anneleri A.’nin 1792 ada 3 parsel sayılı taşınmazdaki 1/2 hissesini oğlu ve davalıların murisi olan İ.’e satış suretiyle temlik ettiğini, yapılan işlemin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiası kabul edilir.

Muris muvazaası iddiasına dayalı davalarda dava değeri davayı açan mirasçıların payına isabet eden değer olduğu; harç ve vekalet ücretinin bu değer üzerinden hüküm altına alınması gerekir. (1)

Tapuda gösterilen satış bedeli ile taşınmazların gerçek değeri arasındaki aşırı fark bağışlamayı gösterir:

Satış yoluyla davalı Sabiha’ya yapılan temliklere gelince; adı geçenin belli bir iş sahibi olmadığı, gündelikçi olarak zaman zaman çalıştığı, bu haliyle alış gücüne sahip bulunmadığı, öte yandan miras bırakanın da sözü edilen taşınmazları satması için inandırıcı bir neden ileri sürülmediği anlaşılmaktadır. Ayrıca, resmi akitte öngörülen satış bedeli ile taşınmazların gerçek değerleri arasındaki aşırı fark da temlikin satıştan ziyade bağışa dayalı olduğunu ortaya koymaktadır. Diğer taraftan, miras bırakanın tüm mirasçıları kapsar biçimde mal varlığını onlara taksim ettiği de söylenemez. Davacıya herhangi bir mal temliki söz konusu değildir. Yasa gereği davacıya bağlanan aylık da O’na mal bağışı niteliğinde görülemez.

Hal böyle olunca, 21 parsel sayılı taşınmazdaki 14 nolu bağımsız bölüm ve 4905 parsel sayılı taşınmaz yönünden, davanın kabulüne karar verilmesi gerekir (2)

Mal kaçırmak amacıyla taşınmazı 3. bir kişiye satılmış göstermek

Dosyaya getirtilen kayıt ve belgelerden ve toplanan delillerden miras bırakan ile kardeşi Hasan çekişmeli 17 nolu parselde 1/2 şer oranında paydaş iken Hasan’ın 1/2 payını 19.9.1975 tarihinde miras bırakanın oğulları Ahmet, Şakir ve Naci’ye satarak devrettiği, bunlardan davacı Ahmet’in, amcası Hasan’dan aldığı payı 11.8.1982’de miras bırakan babasına satış suretiyle temlik ettiği, böylece taşınmazda 4/6 pay sahibi olan miras bırakanın bu payını 9.11.1983 tarihli resmi akitle oğlu Şakir’in dünürü dava dışı Mehmet’e aktardığı, Mehmet’in de bu 4/6 payı 21.8.1984 tarihinde miras bırakanın oğulları Şakir ve Naci’ye sattığı, yukarıdaki temlikler sonucunda Şakir ve Naci’nin taşınmazda 1/2 ‘şer oranında paydaş hale geldikleri; daha sonra taşınmazdaki mevcut binanın üzerine ilave kat çıkılmak üzere dava dışı yükleniciyle sözleşme yapıldığı ve karşılığında davalılar Şakir ve Naci’nin mevcut ½ ‘şer payları dışında adlarına 26/66’şar pay tescil edildiği, 3. kişilere yapılan satışların ardından üzerlerinde 13/66’şar payları kaldığı, davalılar Şakir’in 13/66 payından 5/66’sını davalı oğlu Erol’a hibe ettiği anlaşılmaktadır.

Yukarıdaki açıklamalara göre, dava konusu taşınmazın ½ paydaşı dava dışı Hasan’ın, payını miras bırakanın oğulları Ahmet, Şakir ve Naci’ye temlikinin (aynı akitte miras bırakan başka taşınmazdaki payını satış suretiyle kardeşi Hasan’ın çocuklarına devretse de) miras bırakanın taraf olmadığı işlem niteliğinde bulunduğu, bu sebeple terekesinden sayılamayacağı dolayısıyla miras bırakanın çekişmeli taşınmazda devrettiği 4/6 payın ve davalıların bu pay nedeniyle edindikleri ilave katlardaki paylarını dava konusu edilebileceği kuşkusuzdur. Bu paylarla ilgili davalılara yapılan temliklerin de tüm dosya içeriğiyle mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı gerçekleştirildiği saptandığına göre anılan paylar bakımından iptal ve tescile karar verilmesi gerekir. (3)

Ölünceye kadar bakma sözleşmesinden yararlanarak mirasçılardan mal kaçırmak

Ölünceye kadar bakıp gözetme sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir bağıttır. (BK.m.511).Başka bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusuda bakım alacaklısına yasanın öngördüğü anlamda ölünceye kadar bakıp gözetme yükümlülüğü altına girer. (BK.m.514).Hemen belirtmek gerekir ki, bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması, yada alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz.

Kural olarak bu tür sözleşmeye dayalı bir temlikinde muvazaa ile illetli olduğunun ileri sürülmesi her zaman mümkündür. En sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Böyle bir iddia karşısında, aslolan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının saptanmasıdır. (BK.m.18).Şayet bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetilme koşulunun değil de, bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse (örneğin mirasçılarından mal kaçırma düşüncesinde ise), bu takdirde akdin ivazlı (bedel karşılığı) olduğundan söz edilemez;akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır. Bu halde de Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararı olayda, uygulama yeri bulur.

Miras bırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi içinde, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların gözönünde tutulması gerekir. (4)


(1) YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas Numarası: 2012/432 Karar Numarası: 2012/3065 Karar Tarihi: 20.03.2012

(2) YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas Numarası: 2004/218 Karar Numarası: 2004/3276 Karar Tarihi: 23.03.2004

(3) YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas Numarası: 2003/10566 Karar Numarası: 2003/12770 Karar Tarihi: 18.11.2003

(4) YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas Numarası: 2004/631 Karar Numarası: 2004/1325 Karar Tarihi: 19.02.2004

Mirasçıdan Mal Kaçırma

Güncelleme: 19 Haziran 2022 Pazar

Mirasçıdan mal kaçırma uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi ( mevsuf-vasıflı ) muvazaa türüdür.

Mirasçıdan mal kaçırma, söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir.

Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için ,mirasçıdan mal kaçırma, esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Mirasçıdan mal kaçırma durumunda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarih 1/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunun 706., Türk Borçlar Kanunun 237. ( Borçlar Kanunun 213. ) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır.

Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Satışa konu edilen bir malın devrinin belirli bir semen karşılığında olacağı kuşkusuzdur.

Semenin bir başka ifade ile malın bedelinin ise mutlaka para olması şart olmayıp belirli bir hizmet ya da emek de olabileceği kabul edilmelidir. ( HGK.’nun 29.4.2009 gün 2009/1-130 S.K. )

Esasen, yukarıda da değinildiği üzere, mirasçıdan mal kaçırma, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davaların hukuki dayanağını teşkil eden 1.4.1974 gün 1/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında miras bırakanın gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırma olması halinde uygulanabilirliğinin kabulü gerekir. Başka bir ifade ile murisin iradesi önem taşır.

Tapuda Satış Gösterip Aslında Bağış Yapılan Durumda Bağışlanan Gayrimenkul Geri Alınabilir mi?

Bilindiği üzere uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 1-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. (1)

Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesiyle Bağşlanan Gayrimenkulün Geri Alınması Mümkün müdür?

Tarafların miras bırakanı (Ş.K)’nın 80 yaşında olup, yaşı nedeniyle özel bakıma muhtaç bulunduğu anlaşılmaktadır. Kaldı ki muris sağlığında davacı olan çocuklarına da bir kısım taşınmaz mal bağışında bulunduğuna göre ölünceye kadar bakıp gözetme koşulu ile yaptığı temlikin mirasçılardan mal kaçırmak amacına yönelik muvazaa olmadığı açıktır (2)

Para ödemeden satış gösterilerek bağışalanan gayrimenkulde mal kaçırma amacı var mı?

Hemen belirtilmelidir ki, satışa konu edilen bir malın devrinin belirli bir semen karşılığında olacağı kuşkusuzdur. Semenin bir başka ifade ile malın bedelinin ise mutlaka para olması şart olmayıp belirli bir hizmet veya bir emekte olabileceği kabul edilmelidir. Esasen yukarıda da değinildiği üzere muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davaların hukuki dayanağını teşkil eden 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında miras bırakanın gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırma olması halinde uygulanabilirliğinin kabulü gerekir. Bir başka ifade ile murisin iradesi önem taşır.

O halde, yukarıda değinilen somut olgular açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde miras bırakanın yapmış olduğu temlikle ilgili olarak gerçek amaç ve iradesinin mirastan mal kaçırmak olmadığı ve bu amaçla temlikin gerçekleştirilmediği kabul edilmelidir. (3)

Ödeme gücü bulunan mirasçının para ile satın aldığı taşınmazda mirasçıdan mal kaçırma amacı var mı?

Öyle ise, dava konusu taşınmazın bedeli karşılığı davalıya temlik edildiği, alım gücü bulunan davalının satış bedelini ödediği; bu nedenle temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu söyleyebilme imkanı bulunmadığı sonucuna varılmaktadır. (4)

Arada büyük bir alım-satım değer farkında mirasçıdan mal kaçırma iradesi var mı?

Temlikin miras bırakan tarafından davalı ile evlenmeden önce gerçekleştirildiği ve sonradan muris ile davalının evlendikleri, her ne kadar davalı ilk eşinden boşanma tazminatı olarak elde ettiği para ile çekişmeli taşınmazı bedelini ödemek suretiyle satın aldığını savunmuş ise de getirtilen boşanma kararında böyle bir tazminata hükmedilmediği ve savunmanın kavli mücerrette kaldığı, öte yandan miras bırakanın zengin ve varlıklı olduğu, mal satmaya ihtiyacının bulunmadığı, çekişmeli taşınmazın akitte gösterilen değeri ile gerçek değeri arasında aşırı fiyat farkı bulunduğu dosya kapsamı ile sabittir.

O halde, anılan bu olgular yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde murisin gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırma olduğu kabul edilmelidir. Ne var ki, davalı öteki savunmalarında miras bırakanın davacıya da kazandırmalarda bulunduğunu ve iradesinin denkleştirme yapmak olduğunu savunmuş ve fakat mahkemece bu husus üzerinde durularak bir araştırma yapılmış değildir. (5)


Diğer yazılarımızı da okumak isteyebilirsiniz:

(1) YARGITAY 1.HUKUK DAİRESİ Esas Numarası: 2012/4824 Karar Numarası: 2012/8470 Karar Tarihi: 05.07.2012

(2) YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas Numarası: 1985/1807 Karar Numarası: 1987/587 Karar Tarihi: 03.07.1987

(3) YARGITAY 1.HUKUK DAİRESİ Esas Numarası: 2012/1099 Karar Numarası: 2012/4051 Karar Tarihi: 05.04.2012

(4) YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas Numarası: 2011/1-496 Karar Numarası: 2011/596 Karar Tarihi: 05.10.2011

(5) YARGITAY 1.HUKUK DAİRESİ Esas Numarası: 2010/11548 Karar Numarası: 2011/2252 Karar Tarihi: 01.03.2011

Kızımın velayetini geri alabilir miyim?

Merhaba,ben 2011 Kasım ayında boşandım, boşanırken kızım küçük olduğu için velayetini annesine vermiştim. 13.04.2015 tarihine kadar da nafakamı yatırdı, ancak bu süre zarfında kızımın beslenmesi yetiştirilme tarzından endişe etmekteyim ve bu yüzden velayeti almak istiyorum. Sizden ricam konu hakkında neler yapmam gerektiği ile ilgili bilgi verirseniz sevinirim iyi çalışmalar. Cüneyt P. 

velayet davası
Velayet davası, her zaman açılabilir, verilen karar kesin hüküm niteliği taşımaz.

Cüneyt bey, sorunuzda kızınızın şu andaki yaşını yazmamışsınız. Ancak, 5 ila 8 yaşları arasında olduğunu tahmin ediyorum.

Boşanma durumunda çocukların ebeveynlerin hangisinde kalacağı tayin edilirken, çocuğun üstün yararı gözetilir. Çocuk hakkında verilmiş velayet kararları kesin hüküm niteliği taşımaz, yani mahkemenin verdiği karar aleyhine her zaman yeni bir dava açılarak değişmesi istenebilir.

Ancak velayetin bir tarafa bırakılmasından sonra tekrar değiştirilmesi için önemli ve esaslı gelişmelerin ortaya çıkması gerekir. Çocuğun sosyal, psikolojik ve fiziki gelişimini olumsuz etkileyen, ihmal, şiddet vb. fiiller velayetin değiştirilmesi sonucunu doğurabilecek sebeplerdendir.

Nafaka Ödemeyebilir miyim?

Ben beş yıl önce boşandım. Kadın annesinin emekli maşını alıyor evi var, ben evlendim kirada oturuyorum nafaka ödememem mümkün mü? Mehmet Ö.

Mehmet bey, sizin yeniden evlenmeniz nedeniyle maddi durumunuzun değiştiği kabul edilebilir. Bunun yanında eski eşinize annesinden emekli maaşı kalmış olması halinde, maaşın miktarı, eski eşinizin yaşı, ihtiyaçları, sair gelirleri incelenerek nafakanın kaldırılmasını ya da miktarının yeniden düzenlenmesini açacağınız bir dava ile isteyebilirsiniz.

Amcalarım miras davası açabilir mi?

Dedem; babama 2 sulanabilir tarla, abime noter satışı ile tarla, bana da tarla vermiştir bu tarlalardan biri dedemin hesabına para giriş çıkışı olmuştur. Diğerleri tapu satışıdır, ayrıca amcama 2 katlı bir ev yanında bir garaj bulunan taşınmaz vermiştir. Diğer amcalarımın dava açmamaları ve elimizden alamamaları için ne yapmamız gerekir yardım olursanız sevinirim. Gökhan K.

Gökhan bey, dedenizin sağlığında yaptığı bu paylaşım nedeniyle amcalarınız şu anda bir dava açamaz. Ancak, dedenizin vefatından sonra mirasçıları ve mirasçılarına bıraktığı tereke belli olacaktır. Terekeye dedenizin gerçek olmayan tüm bağışlamaları ve satışları da dahil edilecek, mirasçıların saklı payları hesap edilecek ve buna göre tecavüz miktarı saptanacaktır.

Eşim ev eşyalarını satacak

Eşim şiddet uyguladığı için evden çıkmak zorunda kaldım ve evdeki eşyaları satacağını öğrendim. Fiziksel şiddet, aldatma alkol her şey var, benim ona nasıl bir dava açmam gerek ve nafaka alabilirim, 18 yaşından küçük bir kızım var ne yapabilirim ? Emine Y.

Emine hanım, eşiniz aleyhine elinizdeki delillere göre yarışır biçimde Medeni Kanun’un 161. Maddesine göre zinaya ya da 166. Maddesine göre evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına dayanarak boşanma davası açabilirsiniz. Eşinizin ve sizin maddi durumu çerçevesinde hem siz hem de velayeti size bırakılması halinde kızınız için nafaka alabilirsiniz. Ev eşyalarını satmasını önlemek için de mahkemeye başvurabilir ve tedbir talep edebilirsiniz.

Şimdi arayın: 0533 483 9313