Arabuluculukta Nasıl Kazançlı Çıkılır?

Arabuluculuk, diğer ülkelerdeki uygulamalardan kopya edilerek çıkarılan bir kanunla ülkemizde de yürürlüğe girdi. Bu kanun ve ilgili yönetmelikler çerçevesinde kurulan Arabuluculuk Daire Başkanlığı bünyesinde başvurucular, kısa bir eğitimden geçerek arabulucu ünvanı aldılar.

Bir dava açılmadan önce arabuluculuğa başvurulması zorunlu ya da ihtiyari (seçimlik) olabilir. Zorunlu olduğu durumlarda arabuluculuğa başvurulmadan açılan davalar, dava şartı yerine getirilmediği için reddedilir. Bu nedenle dava açmadan önce arabuluculuğa başvurunun zorunlu olup olmadığı mutlaka incelenmelidir.

Ancak, ister zorunlu isterse ihtiyari olsun, arabuluculuğa başvuru yapılması halinde masadan kazançlı kalkabilmek için bilgi, birikim ve tecrübenin yanında bazı başka stratejiler de gerekir.

Bu yazımda yaklaşık 20 yıllık avukatlık deneyimim ve binlerce görüşmeden edindiğim tecrübelerimle arabulculukta masaya oturulduğunda kazançlı kalkmak için neler yapılması gerektiğini yazdım. Umarım yararlı olur:

pazarlık:

  1. bir alışverişte alıcıyla satıcının, alıcı olarak ya da satıcı olarak kendisi için en uygun fiyatı karşısındakine kabul ettirmek için yaptıkları görüşme.
  2. bir konuda kimi kolaylıklar elde etmek ya da daha iyi bir çözüme varmak için yapılan görüşme.

1.Rahat davranın:

İşçi ya da işveren olun bir pazarlıkta önemli olan rahat davranmaktır. Hangi tarafta olursanız olun mahkeme sürecini başlatmaktan çekindiğinizi, işi uzatmak istemediğinizi ya da alacağınız paraya ihtiyacınız olduğunu karşı tarafın anlaması halinde pazarlık gücünüzü zayıflatırsınız.

2.Psikolojik üstünlüğü elinize geçirin:

Bir masaya otururan her iki taraf da anlaşabilmek için bir takım ödünler vermesi gerektiğini bilir. Ancak önemli olan karşı tarafı verebileceği en fazla ödünü vermeye razı etmektir. Bunun için de karşı tarafa, anlaşma olmaması halinde daha fazlasını kaybedeceğini gösterin.

3.Her malın pazarlığı olur, her işin pazarlığı olur:

Emin olun herkes ama herkesi en çok rahatsız eden şey belirsizliktir. İster işçi, ister işveren, isterseniz tazminat talep eden eş ya da mağdur olun mağduriyetinizden daha fazla huzursuz ve rahatsız eden birşey varsa o da masanın üzerinde sonucunun ne olacağı bilinmeyen bir dosya olmasıdır.

Öncelikle mahkeme sonucunda kazanacağınız alt ve üst rakamları yani en iyi ihtimal ile en kötü ihtimali hesaplayın. Bunun ortalamasını alın. Her iki taraf için de bir maliyet hesabı yapılır. Bunu enine boyuna hesaplamadan görüşmeye gitmeyin.

Herkes önüne bakmak ister, bunu kullanarak karşı tarafı bitirin. Pazarlığa karşı tarafın istediğinin en fazla %40’ını teklif ederek ya da karşı tarafın vermeyi teklif ettiğinin %60 fazlasını isteyerek başlayın.

Ödemeyi yapacak olan taraf kesinlikle bir pazarlık payı bırakmıştır; ilk teklife hemen atlamayın. Bazı insanlar tezcanlı olur, hemen karar vermek ister. Siz bu hataya düşmeyin.

Ancak pazarlıkta akılda tutulması gereken en önemli şey rahatlıktır: Yani masadan kalkmaya ya da alacağınızı tamamen kaybetmeyi göze almadan masaya oturmayın.

4.Pazarlığı tek başınıza yapmayın

Pazarlık yapılırken her zaman bir düşünme payı bırakmak gerekir. Bu nedenle karar vericilerin aynı anda masada olması hiç arzu edilmez. Genelde müvekkiller arabuluculuk görüşmesine katılmak, pazarlığa dahil olmak ister ancak hem heyecanın hem de iş bitirmenin etkisi ile normalde kabul etmeyecekleri rakamları kabul etme eğilimindedirler. Bunun gibi hatalar avukatlarda da görülür, avukatlar da işi bitirmek biran önce vekalet ücretini almak ya da uzun sürebilecek bir yargı sürecinden kaçınmak için müvekkillerine anlaşmalarını telkin edebilir. Karar verme sürecinde araya bir mesafe / zaman konulması halinde çoğunlukla bu hataların önüne geçilebilir. Bunun yanında bazı müvekkiller de işin sonucunda çok daha fazlasını alabileceklerine inanmış/inandırılmış olabilirler. Bunun da ilk görüşmeden sonra müzakere edilmesi ile doğru bir anlaşma yapılması mümkün olabilir.

Cinsel Nedenlerle Boşanma

islamda cinsellik boşanma, cinsel ilişkiden kaçınma boşanma ispat, cinsel ilişkiden kaçınma boşanma yargıtay, cinsel birliktelik olmaması boşanma yargıtay, cinsel ilişkiden kaçınma boşanma yargıtay kararı, cinsel ilişkiden kaçınma yargıtay kararı, iktidarsızlık boşanma sebebi mi, kadının cinsel ilişkiden kaçınması yargıtay kararı


Cinsel Birlikteliğin Sağlanamaması Nedeniyle Boşanma Davası Açılabilir

Mahkemece, taraflar eşit kusurlu bulunarak tarafların boşanmalarına karar verilmiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delillerden; mahkemece belirlenen ve gerçekleşen kusurlu davranışların yanında davalı-karşı davacı erkekten kaynaklanan nedenlerle cinsel birlikteliğin sağlanamadığı anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında boşanmaya neden olan olaylarda erkeğin ağır kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Bu husus gözetilmeden tarafların eşit kusurlu olduğunun kabulü doğru olmamış ve bozmayı gerektirmiştir. YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas Numarası: 2019/3621 Karar Numarası: 2019/7521 Karar Tarihi: 20.06.2019

Vaginismus Hastalığının Tedavi Ettirilmemesi Kadın Açısından Kusurdur ve Erkek Bu Nedenle Boşanma Dava Açabilir

Yapılan yargılama ve toplanan delillere göre taraflar 01/08/2015 tarihinde evlenmiş dava ise 30/03/2017 tarihinde açılmıştır. Evliliğin fiilen yaklaşık 2 yıl devam ettiği ve cinsel birleşmenin gerçekleşmesi için eşlerden beklenen makul sürenin geçmesine rağmen cinsel birlikteliğin sağlanamadığı anlaşılmaktadır. Her ne kadar Tokat Devlet Hastanesinin 06/03/2017 tarihli uzman psikiyatr doktor imzası ile hazırlanan raporda kadının cinsel birlikteliğin sağlanılmasına engel psikiyatrik bir engelinin olmadığı belirtilmiş ise de aynı hastanenin kadın doğum uzmanı tarafından hazırlanan durum bildirir raporunda hastada vajinusmuş tespit edildiğinden hymen muayenesinin net olarak değerlendirilemediği belirtilmektedir. Yine yargılama sırasında ilk derece mahkemesinin de gerekçesinde belirtildiği üzere davalı kadının savunmasına ilişkin hastane bilgisi dahi vermemesi dikkate alındığında; kadının tedaviye yanaşmadığı anlaşılmaktadır.

Gerçekleşen bu durum karşısında boşanmaya neden olan olaylarda davacı-davalı kadının, davalı-karşı davacı erkeğe oranla daha ziyade kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Durum böyleyken tarafların boşanmaya neden olan olaylarda eşit derecede kusurlu oldukları yönündeki kusur belirlemesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir. YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas Numarası: 2018/8182 Karar Numarası: 2019/6318 Karar Tarihi: 20.05.2019

Boşanma Davası Sürerken Davacının ya da Davalının Ölümü

Ölüm, eşlerin yapmış olduğu evlilik birliğini sona erdiren nedenlerden bir tanesidir. Eşlerin evlilik birliği boşanma kararının kesinleşmesi ile olduğu kadar, evliliğin iptali, eşlerden birinin cinsiyet değiştirmesi, eşin gaipliğine karar verilmesi ile de sona erer.

Boşanma davaları, verilen boşanma kararının kesinleşmesi ile birlikte geleceğe etkili biçimde inşai olarak sonuç doğuran davalardandır. Evlilik birliğinin boşanma ile sona erdiği hallerde eşlerin birbirlerinin yasal mirasçısı olmaları da sona erer.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 181/1. maddesine göre:

Boşanan eşler, bu sıfatla birbirlerinin yasal mirasçısı olamazlar ve boşanmadan önce yapılmış olan ölüme bağlı tasarruflarla kendilerine sağlanan hakları, aksi tasarruftan anlaşılmadıkça, kaybederler.

Yukarıda belirttiğimiz üzere, hakim tarafından verilen boşanma kararı dava açıldığı tarihten itibaren değil, boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren sonuç doğurmaya başlar. Boşanma davasının açılmasından sonra eşlerden birinin ölmesi halinde davanın akıbeti kafaları karıştıran bir sorudur.

Boşanma Davası Sırasında Eşin Ölümü

 1 Ocak 2002’de yürürlükten kalkan 743 sayılı Medeni Kanun döneminde, davacı boşanma davasını ister zina, ister hayata kast, isterse eşe kötü muamele ya da terk nedeniyle açmış olsun, dava sürerken ölmesi halinde davalı eş yasal mirasçı oluyordu. O dönemde davacı mirasçılarının davaya devam etmelerini öngören bir yasal düzenleme kanunda bulunmuyordu. Yargıtay da boşanma talebinin kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan olduğu ve bu nedenle davacının mirasçılarının davaya devam edemeyecekleri görüşündeydi.

4721 sayılı Yeni Medeni Kanun’un 181/2. maddesi eski Kanun dönemindeki bu adaletsizliği giderme amacıyla düzenlenmiştir:

Boşanma davası devam ederken, ölen eşin mirasçılarından birisinin davaya devam etmesi ve diğer eşin kusurunun ispatlanması hâlinde de yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.

Kanunun ilk halinde davalının ölümü halinde davalının mirasçılarının davaya devam edebilmesi öngörülmemişti. Ancak 31.3.2011 tarihinde 6217 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle, her iki eşin mirasçılarına da davaya devam edebilme hakkı getirilmiştir.

Kanunun 181/2. fıkrasına göre boşanma davasının hangi nedenle açıldığının önemi bulunmamaktadır. Dava özel veya genel boşanma sebeplerinden biriyle açılmış olabilir, hangi sebeple açılmış olursa olsun boşanma davası devam ederken eşin ölmesi halinde mirasçıları davaya kusur yönünden devam edebilirler.

Eşin boşanma davası sırasında ölmesi halinde, evlilik boşanma ile değil ölümle sona erer. Mirasçıların davaya devam etmeleri halinde hakim, dosyada boşanma yönünden bir karara varmayacak, sadece kusur yönünden inceleme yapacaktır.

Örneğin Yargıtay aşağıda belirttiğim kararı ile hatalı verilen yerel mahkeme kararını bozmuştur:

“Nüfus kaydına göre davacı …’in 16.11.2019 tarihinde öldüğü anlaşılmaktadır. Bu halde evlilik ölümle sona ermiş, boşanma davası konusuz kalmıştır. Ancak mirasçılar kusurun tespiti yönünden davaya devam edebileceklerinden, mahkemece yargılamaya devamla, ölüm nedeniyle konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına ve Türk Medeni Kanunu’nun 181/2. maddesi uyarınca kusur yönünden bir karar verilmek üzere hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.” YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas Numarası: 2019/4155 Karar Numarası: 2019/11747 Karar Tarihi: 02.12.2019

Mirasçılar Davaya Nasıl Katılır?

Boşanma davası devam ederken eşlerden birinin ölmesi halinde mirasçıların davaya nasıl çağrılacakları konusunda Medeni Kanun’un 181. maddesinde herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır.

a) Avukatın Yetkisinin Sona Ermesi

Borçlar Kanunu 43. maddeye göre “hukuki işlemden doğan temsil yetkisi, aksi taraflarca kararlaştırılmadıkça veya işin özelliğinden anlaşılmadıkça, temsil olunanın veya temsilcinin ölümü, gaipliğine karar verilmesi, fiil ehliyetini kaybetmesi veya iflas etmesi durumlarında sona erer.” Bu hükme göre eş, kendisini bir vekille (avukatla) temsil ettirmekteyse, ölümü halinde temsil ilişkisi sona erer.

b) Mirasçıların Davayı Takibi

Ölen eş, geride birden fazla mirasçı bırakmış olabilir. TMK 181/2. maddesinin 31.3.2011 tarihinde değişen hali ile mirasçılardan sadece birinin davayı takip etmesi mümkün kılınmıştır. Mirasçılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı yoktur.

Ölüm halinde, mirasçıların davadan haberdar olabilmesi ve takip edip etmeyeceklerinin sorulması hakim tarafından re’sen takip edilir. Mirasçılara mahkeme eliyle tebligat çıkarılır.

Tebligat masrafları, ileride haksız çıkacak taraftan tahsil edilmek üzere Devlet hazinesinden karşılanır.

Mirasçıların duruşmaya kendiliğinden gelmemeleri yahut tebligata rağmen katılmamaları halinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerekir.

*yazı tarihi 13.05.2014

*edit : 30.12.2019

6284 sayılı Kanuna İlişkin yeni bir genelge yayınlandı

6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun Uygulanması’na dair yeni bir genelge 17/12/2019 tarihinde yayınlandı.

Bu genelge ile Aile içi şiddet ve kadına yönelik şiddet suçlarının soruşturmaları ile 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında verilen önleyici ve koruyucu tedbir kararlarının uygulanması sırasında ortaya çıkan sorunların giderilmesi ve yol gösterici olması amacıyla, 20/02/2015 tarihli ve 154 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun Uygulanması” konulu Genelgenin güncellenmesi amaçlandığı bildirildi.

Söz konusu gelenelgenin tam metnine aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz:

https://www.yasingirgin.av.tr/wp-content/uploads/2019/12/6284-sayılı-Kanuna-İlişkin-Genelge.pdf

Boşanma davasında kadının hakları

Boşanma davasında kadının haklarını çeşitli başlıklar altında incelemek gerekir. Bu başlıklar şunlardır:

Boşanma Davasında Kadının Tazminat Hakları

Boşanma davası, usuli olarak anlaşmalı boşanma davası ve çekişmeli boşanma davası olarak ikiye ayrılmaktadır.

Anlaşmalı boşanma davası kısaca eşlerden herhangi birinin açtığı boşanma davasını diğer eşin kabul ettiği dava olarak tanımlayabilirim. Bu anlaşmalı boşanma davasını eşlerden hangisinin açtığı önemli değildir, kadın ya da erkek her iki eş de anlaşmalı boşanma davasını açabilir.

Bununla birlikte anlaşmalı boşanma davasının kabul edilebilmesi için bazı şartlar da yerine gelmelidir. Bu şartlardan en önemlisi evliliğin en az 1 yılı doldurmuş olmasıdır. Evliliğin henüz 1 yılı doldurmadığı durumlarda anlaşmalı olarak boşanılamaz; bu halde çekişmeli boşanma davasının açılması gerekir.

Yine anlaşmalı boşanma davasının kabul edilebilmesi için eşlerin, mali konularda da anlaşmış olmaları gerekir. Mali konular, nafaka ve tazminattır. Bu konularda anlaşma olmadığı takdirde anlaşmalı boşanma davasına çekişmeli boşanma davası olarak devam edilir yahut dava reddedilir ya da açılmamış sayılmasına karar verilir.

Görüldüğü üzere, kadının, evlilik sona ererken, bu ister anlaşmalı boşanma davası ile olsun isterse çekişmeli boşanma davası ile olsun, bir tazminat hakkı bulunmaktadır.

Tazminat hakkı ise Türk Medeni Kanunu’nun 174. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre maddi tazminat ve manevi tazminat olmak üzere iki türlü tazminat hakkı bulunmaktadır.

Boşanma Davasında Kadının Velayet Hakkı

Boşanma davasında kadının velayet hakkı, ana-baba olmasından kaynaklanan bir hak ve aynı zamanda bir yükümlülüktür. Ebeveynlerden hangisi ortak çocuğa daha iyi bakacaksa, çocuğun ruhsal, fiziksel gelişimi için hangi ebeveynin yanında kalması daha uygun olacaksa o ebeveynin yanında kalması yönünde karar verilmelidir.

Anlaşmalı boşanma davasında, çocukların velayeti ile hangi ebeveynin yanında kalacağı, diğer ebeveynin ne şekilde kişisel ilişki kuracağına dair anlaşmayı protokolle karşılıklı olarak kabul ederler.

Çekişmeli boşanma davasında ise, velayetin kimde olacağına ve kişisel ilişkiye dair karar, deliller ışığında mahkeme tarafından kararlaştırılacaktır.

Boşanma Davasında Kadının Nafaka Hakkı

Boşanma davasında nafaka, boşanma kararının verildiği tarihe kadarki dönem için tedbir nafakası ve boşanma kararının kesinleşmesinden sonraki dönem için yoksulluk nafakası olarak iki isim altında takdir edilmektedir.

Boşanma davasının açılması ile TMK 169. madde uyarınca mahkeme, tarafların ekonomik ve sosyal durumlarına, ihtiyaçlara, gelire, borçlara göre bir tedbir nafakasını – genelde kadın lehine olmak üzere- bağlar.

Boşanma kararının kesinleşmesi ile birlikte de eğer şartları varsa, kadın için yoksulluk nafakası da bugünkü kanunlara göre süresiz olarak verilmektedir. Kadının ya da erkeğin ölümü, kadının yeniden evlenmesi, yoksulluktan kurtulması, düzenli ve sürekli bir gelir elde edeceği işte çalışmaya başlaması gibi durumlarda kadına bağlanan yoksulluk nafakası azaltılabileceği gibi kaldırılmasına da karar verilebilir.

Boşanma Davasında Kadının Evden Uzaklaştırma Hakkı

Boşanma davasının açılması ile birlikte taraflar üzerinde zaten mevcut olan gerginliğin daha da artabileceği öngörülmelidir. Bir çift, eğer kafalarında başka türlü bir planları yok ise, elbette ki boşanmak üzere evlenmez. Ancak bir çift boşanmaya karar vermişse, bu karar da bir günde alınacak bir karar değildir. Eşleri boşanmaya götüren olaylar, acı verici, stresli, huzursuz edicidir. Evlilik birliğinin süresi ile birlikte bu kararı almak zorlaşır ve zorlaştığı gibi verdiği acı ve oluşturduğu baskı da artar.

Bu nedenle, bir taraf boşanmaya karar vermişse, diğer tarafın bunu kabullenemediği yahut hınç almak, hırsını çıkarmak istediği durumlarda önleyici bir tedbir kararı verilmektedir.

Bu önleyici tedbir ilkin 4320 sayılı Kanunla düzenlenmişse de şu anda 6284 sayılı Kanunla yürürlüktedir. Her ne kadar kanunun adı “kadına yönelik şiddetin önlenmesi” ise de kanunlar önünde herkes eşittir. Bu nedenle bu kanundan sadece kadınlar değil erkekler de yararlanabilmektedir.

Bu kanun gereğince önleyici tedbir alınabilmesi için muhtemel bir tehlikenin olması yahut fiziksel, sözel bir saldırının varlığı da gerekmemektedir. Öyle ki tedbirlerin alınması için karşı tarafın dinlenmesi, savunmasının alınması dahi lüzumlu değildir. Bazı hukukçular dahil çoğu kimse bunu anlayamamakta ve gıyaplarında yapılan bu işlemi haksızlık olarak görmektedirler.

Oysa yukarıda söylediğim gibi, boşanma aşamasına gelinmişse taraflar arasında henüz adli mercilere yansımamış olsa da hoş olmayan ya da daha doğru deyimiyle “bardağı taşıran” bir takım olayların yaşadığı kabul edilir. Buna hukukta “karine” adı verilir. Örneğin gökyüzünde kara bulutların olması yağmurun yağacağı anlamına gelir ya da asfalt üzerinde bir lastik izinin bulunması sertçe yapılan frene işaret eder. Bu bulutların yoğunluğundan yağmurun ne zaman ve ne kadar yoğunlukta yağacağı; lastik izinden fren yapan aracın yaklaşık sürati tahmin edilebilir. Aracın o an görülmüş olması gerekmez.

Bunun gibi, bir eşin (kadın ya da erkek) adli mercilere başvurmuş olması, o evlilikte yolunda gitmeyen ve dayanılamayacak bir durumu işaret eder ki daha fazla bir zarar meydana gelmemesi için kolluk kuvvetleri, savcılık, mahkeme gerekli önlemleri almalıdır. Bu nedenle, 6284 sayılı Kanun gereğince bir başvuru yapıldığında, bu makamlar, karşı tarafa göre “anlamadan dinlemeden” bir karar alıp eşi evden uzaklaştırmakta ve genellikle de daha zayıf kabul edilen “kadın lehine” uzaklaştırma kararı vermektedirler.

Bu kanun açısından yaptığım eleştirileri de okuyabilirsiniz.

Boşanma Davasında Kadının Eşya ve Mal Alacağı

1 Ocak 2002 tarihinden sonra yapılan evliliklerde, eşlerin başka bir mal rejimini seçmemiş olmaları halinde “edinilmiş mallara katılma rejimini” kabul etmiş sayılırlar. Bu anlaşılması zor ancak çok önemli dört kelime beraberinde birçok önemli düzenleme içermektedir.

Bu düzenlemeye göre, 1 Ocak 2002’den sonra bir kadın hiç çalışmasa, ev kadını olsa, hiç gelir üretmese ve evin tüm giderleri erkek tarafından ödense, tüm krediler onun maaşından yatırılsa bile evlilik birliği içinde satın alınmış tüm mallara yarı yarıya ortak olmaktadır. Bu pek tabii, erkek açısından da geçerlidir. Yani kadın çalışsa ve erkek hiç bir iş yapmasa dahi, kadın adına kaydettirilmiş gayrimenkuller, araçlar, banka hesaplarındaki birikimlerde o da hak sahibidir.

Edinilmiş mal varlığına evlilikten sonra satın alınmış tüm mallar, evler, arabalar, banka hesapları ile ev eşyaları da dahildir. Evlilikten önce alınıp ödemesi kredi veya taksit yahut vade yoluyla evlilikten sonra yapılmış mallar da paylaşıma konu olur.

Ancak, genelde evlilik töreni (düğün) sırasında takılan takılar bu kapsamda değildir. Bu takılar, altın, paralar ve diğer ziynetler Yargıtay uygulamasına göre kime takılırsa takılsın kadına bağışlanmış sayılmaktadır. Boşanma davası ile birlikte ziynet alacağı için de dava açılmakta ve şartları varsa bunlar da alacak hakkı olarak istenebilmektedir.

Sonuç olarak, boşanma davasında kadının hakları maddi tazminat, manevi tazminat, tedbir nafakası, yoksulluk nafakası, çocuğun velayeti hakkı, evden uzaklaştırma ve koruma tedbiri alınması hakkı, evlilik sırasında edinilen malların paylaşımını isteme hakkı, ziynet alacağının iadesini isteme hakkı olarak anlaşılmalıdır. Bunların dışında kadının soyadı, miras gibi konularda da boşanma ile birlikte çeşitli sonuçlar doğmaktadır.

Emekli Maaşına Nafaka Dışında Haciz Hangi Şartlarda Konabilir?

Bankadan alınan kredi ve kredi kartı borcunun ödenmemesi nedeniyle emekli maaşına bloke konulup konulamayacağı emeklilerin oldukça çok başını ağrıtan bir durum.

Bu konuda maaşına bloke konulan emeklilerin açtığı davalarda, banka avukatları emeklinin maaşından yapılan kesintinin kullanılan tüketici kredisine ilişkin olduğunu, sözleşme ve ayrıca alınan taahhütname kapsamında davacının rızası ile kesintilerin yapıldığını savunarak davanın reddedilmesini talep ediyorlar.

Hemen belirtmek gerekir ki 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı yasanın 56. maddesi ile değişik 5510 sayılı yasanın 93. maddesinde “Bu kanun gereğince sigortalılar ve hak sahiplerinin gelir, aylık ve ödenekleri, sağlık hizmeti sunucularının Genel Sağlık Sigortası hükümlerinin uygulanması sonucu kurum nezdinde doğan alacakları, devir ve temlik edilemez. Gelir, aylık ve ödenekler 88. maddeye göre takip ve tahsili gereken alacaklar ile nafaka borçları dışında haczedilemez.” hükmü bulunmaktadır.

Sigortalılar ve hak sahiplerinin gelir, aylık ve ödenekleri, sağlık hizmeti sunucularının Genel Sağlık Sigortası hükümlerinin uygulanması sonucu kurum nezdinde doğan alacakları, devir ve temlik edilemez. Gelir, aylık ve ödenekler 88. maddeye göre takip ve tahsili gereken alacaklar ile nafaka borçları dışında haczedilemez.

İcra ve İflas Kanunu’nun 83/a maddesindeki “İİK’nun 82 ve 83. maddelerinde yazılan mal ve hakların haczolunabileceğine dair önceden yapılan anlaşmalar muteber değildir.” hükmüne karşın, 28.02.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5838 Sayılı Kanun’un 32. maddesi ile değişik 5510 Sayılı SGK’nun 93/1. maddesinde, “bu fıkraya göre haczi yasaklanan gelir, aylık ve ödeneklerin haczedilmesine ilişkin taleplerin, borçlunun muvafakati yok ise, icra müdürü tarafından reddedileceği” düzenlemesine yer verilmiştir.

Bu hükmün İcra ve İflas Kanunu’nun 83/a maddesine göre daha özel düzenleme içerdiği ve takip hukukuna göre icra takibinin kesinleşmiş olması şartıyla haciz sırasında veya hacizden sonra 5510 Sayılı Yasa’nın 93. maddesi kapsamındaki gelir, aylık ve ödeneklerin haczine ilişkin verilen muvafakatin geçerli olacağı, bu durumda borçlunun haciz sırasında veya haciz işleminin gerçekleşmesinden sonraki dönemde haczedilmesi mümkün olmayan mal ve haklarla ilgili olarak bu hakkından vazgeçebileceği, sözleşme hukukuna göre bu yasağın kesin olmadığı, yasanın tarafların iradesine ağırlık vererek muvafakat yoluyla emekli aylıklarına bloke konulmasına, borcun başka teminatlara başvurulmadan ödenmesine imkân sağladığı, böylece tarafların sözleşme ile belirledikleri hükmü ortadan kaldırmadığı anlaşılmaktadır.

Diğer yandan, 4721 sayılı TMK’nun 2.maddesinde herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kuralına uymak zorunda olduğu, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasının hukuk düzenince korunmayacağı hüküm altına alınmıştır.

Sözleşme ile kabul edilip, taahhütname ile teyit edilerek yapılan maaş kesintileri nedeniyle, sözleşmenin ilgili maddelerinin haksız şart kapsamında değerlendirilmesi imkanı da bulunmamaktadır.

Mirasın Reddi Davasında Duruşmaya Girilmezse Dava Düşer mi?

Mirasın reddi davası hasımsız olarak açılacak olan bir davadır. Bu dava ile ilgili daha önceki bir yazımda detaylı bilgi vermiştim. Mirasın reddi ile ilgili bu yazımı da okuyabilirsiniz.

Mirasın reddi davası, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 605/1. maddesi uyarınca hasımsız olarak açılır ki buna mirasın gerçek reddi adı verilir.

Mirasın gerçek reddinde, mirasçıların, mirası kayıtsız şartsız reddettiğine ilişkin sözlü veya yazılı beyanı, bozucu yenilik doğurucu hak niteliğinde olup, sulh hakimi tarafından tutanakla tespit edilmekle hukuki sonuç doğurur.

Böyle bir davada sulh hakiminin görevi, reddin süresinde olup olmadığı ve reddedenin mirasçılık sıfatı bulunup bulunmadığını incelemek, süre koşulu ile mirasçılık sıfatının gerçekleşmesi halinde ise, Türk Medeni Kanunu’nun 609. maddesi uyarınca red beyanını tespit ve tescil etmekten ibaret olacaktır.

Bu nedenle, mirasın kayıtsız şartsız reddine ilişkin dilekçe sulh hakimine ulaştıktan sonra, davacıların ayrıca duruşmaya gelmelerine ilişkin yasal bir zorunluluk bulunmamaktadır. Yani mirası reddeden mirasçıların duruşmaya gitmemeleri halinde hakim davanın açılmamış sayılmasına karar veremez. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 605/1 maddesine göre açılan mirasın gerçek reddi davası, duruşmaya girilmediği için düşmez, hakim davanın açılması ile birlikte mirasın reddi beyanını tespit ve tescil eden bir karar vermesi gerekli ve yeterlidir.

* YARGITAY HUKUK DAİRESİ Esas Numarası: 2013/23635 Karar Numarası: 2014/15790 Karar Tarihi: 12.09.2014

Kanuna Göre Kocasını Aldatan Kadın Tedbir Nafakası Alabilir

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ( TMK )’nun 169.maddesi:

“Boşanma veya ayrılık davası açılınca hakim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re’sen alır.”

hükmünü içermektedir.

Bu madde, yasal gerekçesinde de işaret olunduğu üzere, yürürlükten kaldırılan 743 sayılı Medeni Kanunun 137.maddesinin sadeleştirilmiş şekli olup, herhangi bir değişiklik yapılmamıştır.

Böylece, öteden beri uygulanagelen bu hükme göre hakimin, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, mallarının yönetimine ilişkin geçici önlemleri, bu konuda bir talebin varlığını aramaksızın, re’sen alması gerekir.

Bu geçici önlemlerden birisi de tedbir nafakasına hükmedilmesidir.

Tedbir nafakası, talebe bağlı olmaksızın ( resen )takdir edilir ve geçici bir önlem olarak davanın başından itibaren, karar kesinleşene kadar hüküm altına alınır.

Dolayısıyla, tedbir nafakası takdirine ilişkin kararın, davanın açıldığı tarih itibariyle tarafların ekonomik sosyal durumlarına ilişkin araştırma sonuçlarının dosyaya gelişini takiben hemen verilmesi gerekir.

Bu aşamada tarafların kusur durumu belirlenmediğine göre verilecek kararda kusur bir ölçüt olarak alınamayacağı gibi, sonuçta nihai karar verilirken kusur durumunun belirlenmiş olması da tedbir nafakasının kaldırılmasını ya da ödenenlerin geri istenmesini gerektirmez. Zira, tarafların “kusur durumu” hiçbir şekilde tedbir nafakasının takdirine etkili bir unsur değildir.

Dahası Kanunda, hakimin geçici bir önlem olarak tedbir nafakasına hükmedebilmesi için, tarafların kusurlu olup olmamaları bir unsur olarak yer almamakta; hangisinin daha az ya da çok kusurlu olduğunun belirlenmesi yönünde bir koşul da öngörülmemektedir.

Bu nedenle, hakimin kusur durumuna bakmaksızın davanın en başında bu geçici önlemi alması ve buna bağlı olarak da tarafların ekonomik ve sosyal durumlarını tespit edip, uygun ve geçici nitelikte bir nafaka takdir etmesi gerekir.

Görülmektedir ki, bir tarafın kusurlu olması; onun lehine tedbir nafakası tayin edilmesine engel teşkil etmemektedir. Dolayısıyla, tedbir nafakası hakimin kanun gereği, kendiliğinden alması gereken geçici bir önlem olup, tarafların kusurunun verilecek karar açısından bir önemi ve etkisi de yoktur. Bu halde örneğin eşini aldatan, başkası ile zina yapan taraf tedbir nafakası alabilecektir.

Ekonomik olarak yardıma ihtiyacı olan kişi sonuçta tam kusurlu kabul edilse bile boşanma davası kesinleşene kadar tedbir nafakası devam edeceğine ve verilen tedbir nafakası geri alınamayacağına göre tedbir nafakası ile tarafların kusuru arasında hukuki bir bağ olduğundan bahsedilemez.

*YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas Numarası: 2011/2-533 Karar Numarası: 2011/670 Karar Tarihi: 02.11.2011

Katılma Alacağı Zamanaşımı

Katılma alacağı zamanaşımı, eşler başka bir mal rejimini seçmedikleri takdirde (4722 S.K. m. 10)  evlenme tarihinden 4721 sayılı TMK’nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı, (743 sayılı TMK m. 170) bu tarihten mal rejiminin sona erdiği, boşanma davasının açıldığı tarihe kadar ise TMK’nun 202. maddesine göre yasal edinilmiş mallara katılma rejimine göre hesaplanacaktır.

Katılma alacağı zamanaşımı Türk Medeni Kanununun 178.nci maddesinde yeralan bir yıllık zamanaşımı süresi, boşanmanın ferisi olan tazminat ve nafaka taleplerine ilişkindir. Katkı ve katılma payı alacağının zamanaşımı konusunda 4721 sayılı Türk Medeni Kanununda bir hüküm mevcut değildir. Borçlar Kanununun 125. maddesi uyarınca; kural olarak alacak davaları on senelik zamanaşımına tabidir

Eşler arasındaki mal rejimi TMK’nun 225/2. maddesine göre boşanma davasının açıldığı tarih itibariyle sona ermiş kabul edilir.

Dava konusu taşınmazın edinildiği tarihe göre, eşler arasında 743 sayılı MK’nun 170. maddesi hükmü uyarınca mal ayrılığı rejimi geçerli olduğunda uyuşmazlık Borçlar Kanunu’nun genel hükümlerine göre çözüme kavuşturulur.

Katılma alacağı zamanaşımı Türk Medeni Kanununun genel nitelikli hükümler kenar başlığını taşıyan 5. maddesi uyarınca Borçlar Kanununun zamanaşımına ilişkin hükümleri uygun düştüğü ölçüde tüm özel hukuk ilişkilerine uygulanır.

Bu durumda 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK’nun 178. maddesinde düzenlenen dava zamanaşımına ilişkin düzenleme eldeki davaya uygulanamaz.

Katılma alacağı zamanaşımı 01.01.2002 öncesi edinilen mallar yönünden 743 sayılı TKM’nin 170. maddesi uyarınca mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde katkı payı alacağına yönelik tüm davalar sözleşme olsun veya olmasın 743 sayılı TKM’nin (4721 sayılı TMK’nun) 5. maddesi yollamasıyla 818 sayılı BK.nun 125. (6098 sayılı TBK’nun 146 m.) maddesi gereğince 10 yıllık zamanaşımına tabidir. Bu konuda Daire uygulaması istikrarlı şekilde devam etmiştir. 01.01.2002 sonrası dönem bakımından ise Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 17.04.2013 tarih ve 2013/8-375 Esas, 2013/520 Karar sayılı kararıyla edinilmiş mallara katılma rejimi (katılma alacağı) bakımından TMK.nun 5. maddesi yoluyla 6098 sayılı TBK.nun 146.maddesinde yer alan 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanacağı öngörülmüştür. Dairece, her ne kadar daha önce TMK’nun 178. maddesinde yer alan bir yıllık zamanaşımı süresi uygulanmış ise de, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu karan sonrası 1 yıllık zamanaşımı uygulamasından dönülerek 01.01.2002 sonrası dönem için de 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması kabul edilmiştir.

Katılma alacağı zamanaşımı 743 sayılı TKM’nun yürürlükte olduğu zaman edinilen malların tasfiyesinden kaynaklanan katkı payı alacağı hakkında 818 sayılı BK’nun 125. maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımı süresinin bulunduğu tartışmasızdır. Ancak, 4721 sayılı TMK’nun yürürlüğe girmesinden sonra kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejiminden doğan katılma alacağı ve değer artış payı alacağı hakkında da Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin uygulanmasında bu süresinin oy çokluğuyla on yıl olduğu kabul edilmiştir. Ne var ki, mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan alacak davalarının görev yeri Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’ne verilmekle, katılma ve değer artış payı alacağı bakımından zamanaşımı süresi bir yıl olarak uygulanmıştı. Daha sonra oyçokluğuyla bu uygulamaya devam edilmişti. Ancak; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca, (17.04.2013 T. ve 2013/8-375 E, 2013/520 K sayılı) edinilmiş mallara katılma rejiminden kaynaklanan katılma ve değer artış payı alacakları için 4721 sayılı TMK’nun 178 maddesinin iş bu davalarda uygulama yerinin olmadığı, zamanaşımı süresinin BK 125 ve TBK 146 maddelerine göre on yıl olacağı kabul edilmiştir. Özel Dairede bu görüşü benimsemiştir.

Eşler arasındaki uyuşmazlıkta, başka türlü hüküm mevcut olmadığı takdirde TMK’nun 5. maddesi yoluyla her dava için öngörülen 10 yıllık zamanaşımı süresini öngören 60985 sayılı TBK’nun 146. maddesindeki düzenlemenin uygulanması gerekir.

Katılma alacağı zamanaşımı TMK’nun 179. maddesi hükmüne göre, mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır, 743 sayılı TKM’nin yürürlükte olduğu 01.01.2002 tarihi öncesi eşler arasında aynı Kanunun 170. maddesi uyarınca mal ayrılığı rejimi geçerlidir. Mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde yapılan katkı nedeniyle açılan dava, katkı payı alacağı davasıdır. Belirtilen bu dönemde gerçekleştirilen ödemeye ilişkin uyuşmazlığın, Borçlar Kanunu’nun genel hükümlerine göre çözüme kavuşturulması gerekir. Kural olarak resmi evlilik birliği içinde edinilen mallar, mal rejiminin sona erdiği anda mevcut olması durumunda tasfiyede dikkate alınmaları gerekir. Evlenme öncesi veya mal rejimi sona erdikten sonra taraflardan birinin edindiği malın tasfiyeye dahil edilmemesi gerekir. Talebe konu hesabın açılma tarihi ve 01.01.2002 öncesi hesabın bulunduğu kurumun tasfiyeye girmesi gözetildiğinde talebin katkı payı alacağı niteliğinde olduğu ve taraflar arasındaki uyuşmazlığın Borçlar Kanunu’nun genel hükümlerine göre çözülmesi gerektiği açıktır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 17.04.2013 tarih ve 2013/8-375 Esas, 2013/520 Karar sayılı kararıyla edinilmiş mallara katılma rejimi (katılma alacağı) bakımından da TMK’nun 5. maddesi yoluyla 6098 sayılı TBK’nun 146. (Mülga BK. m. 125.) maddesinde yer alan 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanacağı öngörülmüştür.

Konut Kredisi Alanın İntihar Etmesi Halinde Mirasçılarının Sigortadan Ödeme Alması

Davacılar yakını sigortalı ile davalının acentesi olan … Bankası A.Ş. arasında 05.11.2014 başlangıç tarihli ve 120 ay vadeli konut kredi sözleşmesi imzalanmıştır. Okumaya devam et Konut Kredisi Alanın İntihar Etmesi Halinde Mirasçılarının Sigortadan Ödeme Alması

Şimdi arayın: 0533 483 9313