Çocuğun Soyadı Konusunda Yeni Gelişmeler

Boşanmış Kadın Çocuğuna Soyadını Verebilecek mi?

Çocuğun soyadını seçme hakkı, velayet hakkı kapsamında yer alır. Velayet, reşit olmayan çocuklarının bakım ve gözetimi konusunda ana-babaya verilen hak ve yükümlülüklerden oluşan bir Okumaya devam et Çocuğun Soyadı Konusunda Yeni Gelişmeler

Zaten Evli Olan Bir Kişi Yeniden Evlenirse Ne Olur?

Yeniden evlenmek isteyen kimse, önceki evliliğinin sona ermiş olduğunu ispat etmek zorundadır.[1] Evlenme sözleşmesi yapıldığı sırada eşlerden biri zaten evli ise, yapılmış olan bu ikinci evlenme mutlak butlanla sakattır.[2] Okumaya devam et Zaten Evli Olan Bir Kişi Yeniden Evlenirse Ne Olur?

Kadının Boşanma Hakkı

Kadının ve Erkeğin Boşanma Hakkı Nasıl Doğdu?

Bugünün medyası, boşanmanın yeni ve modern bir fenomen olduğu izlenimini yaratıyor, ama gerçekte durum hiç de öyle değil. Boşanmanın tarihi, kötü evliliklerin tarihiyle eş. Bununla birlikte boşanmaya giden yollar değişmiştir.Kadının ve erkeğin boşanma hakkını elde edebilmesi için güçlü insanların aşları için büyük mücadeleler vermesi, toplum kurallarına savaş açmaları gerekmiş.

Başlangıçta boşanma, bireylerin din veya kanunlara göre değil kendi başlarına uyguladıkları kişisel bir karardı. Hıristiyanlığın yükselişi ile kilise evlilikleri ve boşanmayı kontrol etmeye başladı. Hz.İsa’nın sıkça sorulan “ Birinin karısından herhangi bir nedenle boşanması kanuni mi?” sorusuna verdiği şu cevap, her Hıristiyan evlilik seremonisinde bir köşe taşı olmuştur : “Tanrının birleştirdiğini insan ayıramaz. Bu söz nedeniyle kadının ve erkeğin boşanma hakkı kabul edilmiyordu.

Karısını boşayan ve başka biriyle evlenen bir kişi, iffetsizlik dışında, zina da yapmış sayılır. Zina, Hz.Musa’nın yedinci emrinden bu yana yasaklanmıştı : “Zina yapmayacaksın”. Ancak, bunun cezası yeniydi. Roma İmparatorluğunda boşanma yasaldı. Hz.İsa’nın sözleri bu nedenle Kilise ile devlet arasında bir çelişki yaratıyordu. Roma Hükümeti, Hristiyanlar ile Hristiyan olmayanların evlenmesini kanun dışı sayarak soruna çözüm getirmeye çalıştı. Ancak bu çözüm yolu, problemi çözmedi, devlet ile Kilise arasında yüzyıllarca bu konuda mücadele yaşandı. 

Kilisenin sayısal ve güç olarak büyümesi ile evlilik dinsel bir ayin oldu. 13.yüzyılda Kilise, Batı Avrupa’da boşanmaları kontrol etmeye başladı. Takip eden 8 yüzyıl boyunca Kilise, devlet ile arasındaki savaşta galip durumdaydı. Devlet, Kilisenin buyruklarına uygun olarak boşanmayı kontrol eden ceza yasaları koydu. Bu, boşanmak isteyen çiftler için Karanlık Çağ idi. 

Anne-Boleyn- Kızları
Philippa Gregory’nin aynı adlı romanından sinemaya 2007 yılında uyarlanan “The Other Boleyn Girl” filminden bir kare

Daha sonra, onaltıncı yüzyılın başlarında boşanmanın mümkün olması konusunda tartışmalar başladı. İngiltere Kralı 8.Henry İngiltere Kilisesi adıyla kendi kilisesini kurdu. 1527’de Henry, karısı Aragonlu Catherine’den boşanma kararını açıkladı. Henry, Anne Boleyn’e aşık olmuştu. Catherine’den boşanabilmek için Henry’nin Papa’nın iznine ihtiyacı vardı. Ancak Papa, böyle bir izni vermeyi re detti. Buna karşılık olarak Henry, Papalıkla olan bağlarını kesti, ruhban sınıfını ele geçirdi ve 1532’de kendisini İngiliz Kilisesinin başı ilan etti. Sonraki yıl Anne Boleyn ile evlendi ve kraliçe yaptı. Sadece iki yıl kadar sonra, Henry, Anne Boleyn’i ensest ilişki ve zinayla suçladı ve idam etti. 

Kısa süre içerisinde, Henry’nin evlilikleri eşleri erkek çocuk vermedikleri ya da onlardan sıkıldığı için boşanma veya idamla sonuçlandı. Henry’nin merhametsizliği, karanlık bir gerçeğe de örnek olmuştur : Kilisenin baskıcı, umursamaz kanunları ve öğretilerine karşın, insanlar her zaman ekstrem yollar bulmuşlardır. 

Roma Katolik Kilisesi’nin boşanmayı yasaklamaya devam etmesine karşın İngiltere Kilisesi ile diğer Protestan Kilisesi’nin ender ve olağanüstü durumlarda boşanmaya izin vermesine izin vermiştir. Böylece boşanmaya giden kapıda bir gedik açılmıştır. 16. ve 17. yüzyıl İngiltere’sinde bir erkeğin ekonomik sebeplerle boşanması mümkün olmuştur. Örneğin, bir erkek kısır eşinden, kendisine nikahsız bir erkek evlat doğuran kadın ile evlenmek üzere boşanabilir ve erkek çocuğu mirasçısı yapabilirdi. Bununla birlikte, Hıristiyanlık halâ bir çok insan için yasaklayıcıydı. Derece derece, İngiltere ve Avrupa ile Amerikan Kolonileri’nde evlenme ve boşanma kararının kontrolü Kilise ve devletin elinden yerel otoritelere geçmiştir. Kadının ve erkeğin boşanma hakkını elde edebilmeleri uzun ve meşakkatli bir süreç olmuştur.

Kişisel Mal Nedir?

Medeni Kanunumuz, edinilmiş mallarda olduğu gibi, kişisel malların da hangi mallar veya malvarlığından olduğunu saymak yoluyla belirlemiştir. Kanunumuza göre eşlerin kişisel malları :

1. Eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya,

2. Mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği malvarlığı değerleri,

3. Manevi tazminat alacakları,

4. Kişisel malların yerine geçen değerler.

Yukarıda sayılan mallarla birlikte eşlerin aralarında yapacakları bir sözleşmeyle bir mesleğin icrası veya işletmenin faaliyeti sebebiyle doğan edinilmiş mallara dahil olması gereken malvarlığı değerleri ile kişisel malların gelirleri de kişisel mal sayılabilir. Ankarada avukat olarak en çok karşılaştığımız sorulardan birisi de emekli sandığı vb. yerlerden alınan ikramiyelerin kişisel mal kapsamına girip girmediği.  Emekli sandığı ve benzeri yerlerden yıllarca çalışma neticesinde kazanılan emekli ikramiyeleri edinilmiş mal kapsamına girmektedir, yani bu ikramiyeler üzerinde eşlerin yarı yarıya paylaşım hakkı bulunmaktadır.

TRAFİK KAZASI NEDENİYLE YARALANMA

T.C. YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ

E. 2009/9715 K. 2010/2133 T. 2.3.2010

DAVA : Davacı E. Ç. vekili Avukat tarafından, davalı A.K. ve diğeri aleyhine 12/09/2006 gününde verilen dilekçe ile tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece davanın kısmen kabulüne dair verilen 19/12/2008 günlü kararın Yargıtay’da duruşmalı olarak incelenmesi davacı ve duruşmasız olarak da davalı D. Holding A.Ş vekilleri taraflarından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 02/03/2010 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı mirasçılardan asil Nuri Ç. ve vekili Avukat ile karşı taraf davalılardan D. Holding A.Ş vekili Avukat ve davalı  vekili Avukat geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.

2- Davacının diğer temyiz itirazlarına gelince; a ) Dava, trafik kazası nedeniyle yaralanmadan dolayı uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istemin bir bölümü kabul edilmiş; karar, davacı ile davalılardan D. Holding A.Ş tarafından temyiz olunmuştur.

Sağlık ocağında doktor olarak çalışan davacı, davalılardan Abdullah Emre K.’nın sürücüsü olduğu diğer davalı D. Holding A.Ş’ye ait araçta yolcu olarak bulunduğu sırada meydana gelen trafik kazası nedeniyle yaralandığını belirterek, uğradığı zararın ödetilmesini istemiştir.

Davalılar ise, istemin reddedilmesi gerektiğini savunmuşlardır.

Yerel mahkemece, sürekli iş göremezliği bulunan davacının bakım gereksiniminin, günün 1/3’ü oranına karşılık gelen sürede karşılanabileceği gerekçesiyle, asgari ücretin 1/3’ü üzerinden hesaplanan bakıcı giderinin kabulüne karar verilmiştir.

Adli Tıp Kurumu’ndan alınan rapora göre meslekte kazanma gücünden işaretle %100 oranda kaybetmiş sayılacak biçiminde yaralanan davacı, davalıların bakıcı giderlerinden de sorumlu tutulmalarını istemiştir. Davacının; %100 oranda sürekli iş göremez kalacak biçimde yaralanmış olması tedavi süreci ve somut olayın özellikleri gözetildiğinde davacının bakıcı giderlerinin asgari ücretin tümü üzerinden hesaplanması gerektiği sonucuna varılmaktadır.

Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilmeyerek, asgari ücretin 1/3’ü üzerinden hesaplanan bakıcı giderinin kabul edilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

b ) Borçlar Yasası’nın 47. maddesi gereğince yargıcın, özel durumları göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği para tutarı adalete uygun olmalıdır. Takdir edilecek bu tutar, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir işlevi ( fonksiyonu ) olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi malvarlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek tutar, var olan durumda elde edilmek istenilen doyum ( tatmin ) duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22/06/1966 gün ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Karan’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel durum ve koşullar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden yargıç, bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde nesnel ( objektif ) ölçülere göre uygun ( isabetli ) bir biçimde göstermelidir.

Dava konusu olayda davalı yanın tam kusurlu bulunması, davacının sürekli iş göremezlik oranı, tarafların ekonomik ve sosyal durumları ile yukarıdaki ilkeler gözetildiğinde, davacı yararına takdir edilen manevi tazminat tutarı azdır. Daha üst düzeyde manevi tazminat takdir edilmek üzere karar bozulmalıdır.

3- Davalının diğer temyiz itirazlarına gelince;

a )Dava konusu olayda yaralanan davacının, eldeki davada karar verildikten sonra, 05.11.2009 günü yaşamını yitirdiği anlaşılmaktadır. Yargılama aşamasında alınan bilirkişi raporunda ise davacının daha uzun süre yaşayacağı varsayılarak, sürekli iş göremezlik zararı ve bakıcı gideri hesaplanmıştır. Davacı, 05.11.2009 günü yaşamını yitirdiğine göre, sürekli iş göremezlik zararı ile bakıcı giderinin, davacının yaşamını yitirdiği güne kadar geçen süreye göre hesaplanması gerekir.

Yerel mahkemece, olay gününden davacının yaşamını yitirdiği güne kadar geçen süre yönünden hesaplanacak sürekli iş göremezlik zararı ile bakıcı giderinin ödetilmesine karar verilmemiş olması bozmayı gerektirmiştir.

b )Yerel mahkemece benimsenen 16.07.2008 günlü raporda, tazminat tutarları tazminat hesabının yapıldığı gündeki verilere göre hazırlanmış ve davalı yana ait araç sigortası tarafından 03.08.2005 günü davacıya yapılan ödeme tutarı, güncelleştirilmeden hesaplanan tazminat tutarından indirilmiştir.

Sigorta şirketi tarafından verilen parayı tazminat hesabının yapıldığı günden yaklaşık üç yıl önce alan davacı, bu paranın tazminat hesabının yapıldığı güne kadar işleyen yasal faizi kadar kazanım sağlamış olacağından, zarar ve yararın denkleştirilmesi ilkesi gereğince, sigorta şirketi tarafından yapılan ödemenin, tazminat hesabının yapıldığı güne kadar geçen süreye ilişkin yasal faizinin güncelleştirilip belirlenerek, sigorta şirketinin ödediği tutar ile birlikte hesaplanan tazminattan indirilmesi gerekir.

Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilmeyerek, sigorta şirketi tarafından ödenen tutarın güncelleştirilmeden indirilmiş olması ayrı bir bozma nedenidir.avukat, avukat ankara

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda ( 2/a ve b ) sayılı bentte gösterilen denlerle davacı yararına; ( 3/a ve b ) sayılı bentte gösterilen nedenlerle davalılardan D. Holding A.Ş yararına BOZULMASINA; tarafların öteki temyiz itirazlarının ilk bentteki nedenlerle reddine ve temyiz eden davacı yararına takdir olunan 750,00 TL duruşma avukatlık ücretinin de davalılara ve temyiz eden davalılar yararına takdir olunan 750,00 TL duruşma Avukatlık Ücretinin de davacıya yükletilmesine ve taraflardan peşin alınan harçların istek halinde geri verilmesine, 02.03.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.

KOOPERATİF DAVASI KOOPERATİF ELİNDE ARSA VEYA KONUT KALMAMASI

T.C. YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ E. 2010/2468 K. 2010/3176 T. 23.3.2010

DAVA : Taraflar arasında görülen davada Ankara Asliye 3.Ticaret Mahkemesi’nce verilen 22.05.2008 tarih ve 2006/387-2008/215 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı avukatı tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı avukatı, müvekkilinin murisinin ölmeden evvel muvazaalı olarak davalı kooperatifte bulunan üyeliğini diğer davalıya devrettiğini, bunun iptali için açılan davanın müvekkili lehine sonuçlandığını ve müvekkilinin davalı kooperatife ortaklığının tespitine karar verildiğini, ancak yargılama sırasında davalı Nevin’in kooperatiften istifa ederek çıkma payını aldığını, müvekkilinin davalı kooperatife yaptığı başvurunun sonuçsuz kaldığını ileri sürerek, kooperatif ortaklığın eski hale getirilmesini, aksi halde 20.000 YTL’nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı kooperatif vekili, davacının açmış olduğu davada hisse devrinin önlenmesi için tedbir kararı verilmediğini, bu nedenle diğer davalının hissesini müvekkiline devrederek ortaklıktan ayrıldığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Diğer davalı vekili, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre davacının murisinin ödediği aidat bedeli gözönüne alınarak davacının 2964 YTL alacaklı olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, anılan bedelin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bent kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2- Dava, kooperatif ortaklığına dayalı tazminat istemine ilişkindir.

Somut olayda, davacının eşinin muvazaalı olarak davalı kooperatifteki ortaklığını diğer davalıya devrettiği, bu işlemin iptali için açılan dava sonucu davacının miras hissesi oranında davalı kooperatifin ortağı olduğuna karar verildiği ve bu kararın kesinleştiği, ancak yargılama sırasında davalı Nevin’in kooperatif ortaklığından ayrılarak çıkma payını aldığı, davacı tarafından kooperatif ortaklığına ilişkin yapılan başvuruya davalı kooperatif tarafından olumsuz cevap verdiği taraflar arasında uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık davacının ortaklığı nedeniyle alacağı tazminatın miktarı noktasında toplanmaktadır.

Mahkemece, davacının murisinin ödediği 965 YTL aidat miktarının davalı Nevin’in almış olduğu 15.600 YTL çıkma payı bedeline oranına göre yapılan hesaplama sonucu yazılı şekilde hüküm tesis edilmiş ise de, yapılan hesaplama formülü bakımından verilen karar doğru değildir.

Zira, kesinleşmiş mahkeme ilamına göre davacı kooperatif ortağı olup, kendi isteği ile de kooperatif ortaklığından ayrılmadığına göre, davacının ortak olarak diğer ortaklara düşen miktarda arsa veya konutun davacıya verilmesi gerekir. Ancak davacı kooperatif elinde arsa veya konut kalmaması halinde ödenecek tazminatın hesaplanması şekli, Dairemizin yerleşik uygulamasına göre aşağıdaki şekilde formüle edilmiştir.

1- Önce, ortaklara tahsis edilen konut veya arsanın dava tarihi itibariyle rayiç değeri saptanmalıdır.

2- Davalı kooperatife normal ödentilerini gerçekleştiren bir ortağın ödemelerinin, ödeme yaptıkları tarihler itibariyle toplam ödemeleri dava tarihine kadar ( Toptan Eşya Fiyat Endeksi Artış ortalama rakamları esas alınarak ) taşınarak, güncel değeri bulunmalıdır.

3- Bundan sonra, yukarıda ( 1 ) numaralı bentte bulunan değerden ( 2 ) numaralı bentte bulunan değer çıkarılarak kooperatife normal ödeme yapan bir ortağın, bu ödemelerine karşı ne miktarda yararlanma elde ettikleri ortaya çıkarılmalıdır.

4- Bunu takiben, davacı eksik ödeme yapan ortağın ödentileri ( 2 ) numaralı bentteki ilkelere göre dava tarihine taşınarak eksik ödeme miktarı da güncelleştirilmelidir.

5- Bu hesaplamalardan sonra, normal ödentilerini gerçekleştiren bir ortağın yukarıda ( 2 ) numaralı bentte bulunan ödemelerinin güncel değeri karşılığı, yine yukarıda ( 3 ) numaralı bentte bulunan bir yararlanmayı sağladığına göre, davacının ( 4 ) numaralı bentte eksik ödemelerinin güncel değerinin ne miktarda yarar sağlaması gerektiği, orantı kurallarına göre belirlenmelidir. Yani sonuç olarak, ( 4 ) numaralı bentte bulunan miktar, ( 3 ) numaralı bentte bulunan değerle çarpıldıktan sonra bulunan miktarın ( 2 ) numaralı bentte bulunan miktara bölünmesi sonucu bulunacak miktara ( 4 ) numaralı bentte bulunan davacı ödemelerinin güncel değerinin ilave edilmesi sonucu bulunacak miktar, davacı ortağın bu davada kooperatiften talep etmesi mümkün olan zarar miktarını belirleyecek ve mahkemece ( davalı Nevin’in yaptığı ödemeler ile davacının 1/2 oranında hissedar olduğunun da gözönüne alınarak ) tesbit edilecek miktara hükmedilecektir.avukat, avukat ankara, kooperatif davaları, kooperatif davası avukatı

Mahkemece, yukarıdaki ilkeler dikkate alınmadan yapılan hesaplama sonucu verilen hüküm doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda 1 nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, 2 nolu bentte açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 23.03.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Boşanma Davalarında Maddi Tazminat Nedir?

Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir.Boşanma davasında maddi tazminata hükmedilebilmesi için bu yönde bir talebin olması gerekir. Tazminat miktarının Borçlar Kanunu 83.maddesine göre Türk Lirası olarak talep edilmesi lazımdır. Taraflardan birinin maddi ve manevi tazminat miktarını ayırmadan toplu olarak tazminat talebinde bulunması halinde, isteminin ne kadarının maddi ne kadarının manevi olduğu açıklattırılır. avukat

TMK’nın 174/1.maddesinde düzenlenen maddi tazminat boşanmanın fer’isi niteliğindedir. Evlenmenin boşanma dışında başka bir sebeple sona ermesi halinde bu madde hükmü uyarınca maddi tazminata hükmedilmesi söz konusu olmaz.

Maddi tazminat talebinin boşanma davasının ferisi niteliğinde olması nedeniyle boşanma davası reddedildiğinde maddi tazminat talebi hakkında bir karar verilmesi gerekmemesine karşın; boşanma hükmünün verilmesi halinde maddi tazminat talebi hakkında olumlu veya olumsuz mutlaka bir karar verilmelidir.

Maddi tazminatın miktar itibariyle zenginleşmeye yol açmayacak düzeyde saptanması gerekir. Hakim tazminat miktarını belirlerken kusurun ağırlığını, tarafların sosyal ve ekonomik durumlarını, çalışma koşullarını göz önünde bulundurur.Yargıtay uygulamalarına göre tazminat miktarı TMK’nın 4.maddesindeki hakkaniyet ilkesi ile Borçlar Kanunu’nun 44 ve 49.maddeleri bir arada değerlendirilerek takdir edilir.

Maddi tazminat kısmi olarak istenemez. Dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak talepte bulunulamaz.

Maddi tazminata esas alınabilecek ve boşanma yüzünden haleldar olduğu ileri sürülen menfaatler toplumun genel yapısı, ülke ve hayatın olağan akışına göre hakim tarafından belirlenir. Beklenen yararlar, henüz doğmamış fakat evlilik birliği devam etse idi büyük olasılıkla doğacağı düşünülen olası çıkarlardır. İleride doğabilecek mirasçılık hakkı, yaşam standardının kaybedilmesi, eşin maddi desteğinin yitirilmesi, eşin sosyal güvenlik hakkının kaybedilmesi gibi durumlar maddi tazminat taleplerine dayanak oluşturur.

Maddi tazminat taleplerinin belirlenmesi konusunda bilirkişi incelemesi yaptırılmaz. Bu tamamen hakimin takdirinde olan bir konudur.

TMK 176/1’e göre maddi tazminat toptan veya irat şeklinde ödenebilir.176/3’e göre irat şeklinde ödenmesine karar verilen maddi tazminat ölüm ve yeniden evlenme halinde kendiliğinden; maddi tazminat alacaklısının evlenme olmaksızın karı koca hayatı yaşıyor olması veya haysiyetsiz bir hayat sürmesi halinde mahkeme kararıyla sona erer.

İrat şeklinde ödenmesine karar verilen maddi tazminatın durumun gereklerine göre artırılması dava edilebileceği gibi eksiltilmesi ya da tamamen kaldırılması da mahkemeden istenecektir.

Hakim, talep olması halinde, irat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminatın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneğini yani genel olarak enflasyon karşısındaki artış oranını da belirleyebilir. Boşanma avukatı boşanma davası

İş Kazası Davalarında Ne Talep Edilebilir ?

iş kazası tazminat davası, iş kazası sonucu ölüm, iş kazasıyla yaralanma, iş kazasında haklar, iş kazası maddi, manevi tazminat, iş kazası davası, iş kazası iş göremezlik maddi zarar, iş kazası emsal karar, iş kazası kusur, iş kazası yargıtay kararı, iş kazasında yapılacaklar, iş kazası sayılan durumlar, iş kazası avukat, iş kazası bilirkişi

İş Kazası Sayılan Durumlar Nelerdir?

Sigortalının iş yerinde bulunduğu sırada; işveren tarafından yürütülmekte olan iş dolayısıyla; sigortalının işveren tarafından görev ile başka bir yere gönderilmesi yüzünden asıl işini yapmak için geçen zamanlarda; sigortalının işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere götürülüp getirilmesi sırasındaki hal ve durumların birinde meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedence veya ruhça arızaya uğratan olaya iş kazası denir.

İşveren, koruma önlemini almamış veya yasal yükümlülüklerini yerine getirmemiş ve bundan dolayı işçi zarara uğramışsa işveren bu zararı tazmin etmek zorundadır.

İş mahkemesinde işçi tarafından işveren aleyhine açılan maddi ve manevi tazminat davası ile ölüm meydana gelmişse destekten yoksun kalma tazminatının konusu hep bu iş kazası olmaktadır.

İş Kazası Davası Nerede ve Hangi Mahkemede Açılır?

İş kazası nedeniyle dava, işverenin ikametgahı mahkemesinde yahut işin yapıldığı yer mahkemesinde, iş kazasının olduğu yer iş mahkemesinde açılabilir.

İş Kazası Davasını Kim Açabilir ?

Kural olarak bu davaları zarar gören kişi açabilir.İş kazası sonucu ölen kişinin desteğinden yoksun kalan kişi veya kişiler de dava açabilir.

Manevi tazminat davasını sadece cismani zarara uğrayan kişiler açabilmektedir. Kişi bu davayı açmadan ölmüşse dava açma hakkı mirasçılara geçmez. Ancak kişi dava açmış ve sonra ölmüşse mirasçıları bu davayı takip edebilirler. İşçi iş kazası neticesinde hayatını kaybetmişse bu takdirde ilgililer kendi açılarından manevi tazminat talepli dava açabilirler.

İş Kazası Davası Kime Karşı Açılır?

İş kazası davası, zararlandırıcı olayın meydana gelişine sebep olan veya olanlara yöneltilir. Asıl olan önlem alma görevini yerine getirmeyen ve tam kusurlu olan kişiye husumet yöneltilmesidir.Bu kişi veya kişiler işveren,işverenin çalıştırdığı kişi veya aracı olan kişi olabilir. Zarara uğrayan tüm zararının tazminini bütün sorumlulardan birlikte veya sorumlulardan her birinden ayrı ayrı ya da bunlardan sadece birinden müteselsil sorumluluk sebebiyle isteyebilir.

İş Kazası Davası Ne Zamana Kadar Açılabilir?

Bu tür davalar 10 yıllık zaman aşımı süresine tabidir. Kural olarak zaman aşımı başlangıç tarihi zararlandırıcı olayın olduğu tarihtir. Eğer zararlandırıcı olay malüliyet artışı şeklinde artışlar göstermekteyse ortada yeni bir malüliyet surumu vardır ve bu artış tarihi de artışa ilişkin dava için zaman aşımı başlangıç tarihi olur.

İş Kazası Davasında Neler Talep Edilebilir?

İş kazasına uğrayan işçinin veya işçinin ölümü halinde onun hak sahiplerinin iş kazalarından dolayı açacakları davaların konusu , SGK tarafından sağlanan haklar ve menfaatler dışındaki zararların ödetilmesidir.

Bunlar maddi ve manevi zararlardır.

Maddi zararlar tedavi giderleri,çalışamamaktan doğan zarar, daimi iş görememezlik halinde ileride uğrayacağı zarar ve kaybı; işçinin kaza sonucunda ölümü halinde ise hak sahipleri destekten yoksunluk ile manevi üzüntülerinin dindirilmesine yönelik manevi tazminat talep edebilirler.

İş kazası tazminat davası hakkında detaylı bilgi almak için tıklayın. http://girginconsulting.com/is-kazasi-tazminat-davasi/

TRAFİK KAZASI MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT

T.C. YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ E. 1975/5524 K. 1975/6910 T. 1.12.1975

DAVA : Taraflar arasındaki davadan dolayı ( Niğde 1. Asliye Hukuk Hakimliği )’nce verilen 10/03/1975 tarih ve 157/156 sayılı hükmün temyizen tetkiki davacılar avukatı tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildi anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacılar vekili, davalı ( M )’ye ait taksiyi kullanan diğer davalı ( Y )’nin tamamen kusurlu olarak yolun sağında duran kamyona çarparak davacıların eş ve babası ( H )’nin ölümüne sebep olduğu 178.200 lira maddi ve 4.800 lira manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı ( Y ), duruşma sırasındaki şifahi savunmasında, vasıtanın şoförü olmayıp olay günü davacıların ricası üzerine vasıtayı kullandığını ve kazanın vuku bulduğunu ileri sürmüştür.

Diğer davalıya tebligatlar yapılmış duruşmaya gelmemiş, hiç bir savunmada bulunmamıştır.

Mahkemece, davacıların ibraz ve ikame ettiği deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak cem’an 4.800 lira manevi tazminatın davalılardan tahsiline miras bırakanın müsteciri olduğu otelin işletmesini davacı eş üzerine aldığı için gelirinde ve sosyal yaşantısında bir eksiklik meydana gelmediğinden iki küçük çocuğu ile birlikte istedikleri destekten yoksun kalan tazminatının reddine karar verilmiştir.

Hüküm, davacılar avukatı tarafından temyiz edilmiştir.

1- Borçlar Kanunumuzun 45. maddesinin 2. fıkrası hükmü ile tanzim edilen destekten yoksun kalmak tazminatı, “ancak doğrudan doğruya zarar görenin tazminat isteyebileceği” yolundaki kuralın, bir istisnasını meydana getirir. Olaydan doğrudan doğruya zarar gören ölen kimse olduğu halde, dolaylı olarak zarar görene de Alman Medeni Kanunu’nun 844, İsviçre Borçlar Kanunu’nun 45/3 ve Türk Borçlar Kanunu’nun 45/2. maddesi hükmü ile bu hak tanınmıştır.

Alman Medeni Kanunu’nda, ölenin halen veya ileride nafaka mükellefi olması şartı konmuş, buna mukabil İsviçre ve Türk Borçlar Kanunlarında böyle bir şart aranmamış ölenin fiilen veya ileride vuku bulacağı kuvvetle umulan yardımından yoksun kalmış olmak, yeterli sayılmıştır.

Destekten yoksun kalma tazminatını talep hakkı, ölenden intikal eden bir hak değildir. Bu hak, yardımdan yoksun kalanların kendi şahıslarına bağlı bir haktır.

Bu talep hakkının sağladığı tazminat da, Borçlar Kanununun 41, 45/1, 47, 48, 55, 56, 58 ve diğer maddelerinde düzenlenen tazminat veya Ceza Hukukunda verilen ceza gibi, ölüme sebebiyet verme olayının hukuki veya cezai bir müeyyidesi de değildir.

Bu tazminat için, filhal yapılan veya ileride yapılacağı muhakkak olan yardımdan, ölüm dolayısıyla yoksun kalmış olmak gerekir. Borçlar Kanunumuzun 45. maddesinin son fıkrası, bu kanuna sosyal karakterini veren önemli bir hükümdür. amaç, yoksun kalınan yardıma muhtaç olanı korumaktır.

2- Ölenin yardımından yoksun kalanın elde ettiği mirasın, bu tazminatın takdir ve tayininde nazara alınıp alınmayacağı ve bunun ne şekil ve hangi ölçülerde uygulanacağı, üzerinde dikkatle durulacak bir konudur.

Bu hususta doğru bir sonuca varabilmek için, Borçlar Kanunu’nun sözü edilen 45. maddesinin son fıkrası hükmünün taşıdığı sosyal karakteri esas olarak almak lazımdır.

İsviçre Federal Mahkemesi 1938 tarihli bir kararında ( BGE 64 II 198 ) davacı, ölenin mirasçısı bulunduğu ve miras yoluyla intikal eden servetin gelir onun yaşama ihtiyaçlarını karşılamaya elverişli olduğu ölçüde destekten yoksun kalan zararının bulunmadığını kabul etmiş, aynı yıl daha sonraki bir kararı ( BGE 64 II 424 ) ile de, miras yoluyla geçen servetin gelirinin, destekten yoksun kalma zararından, mahkemenin adalete uygun takdirine göre, gelirlerin azalma ihtimali gözönüne tutularak yapılması gereğine işaret etmiştir. Bu mahkeme yine 1938 yılındaki diğer bir kararında ( BGE 64 II 429 ), mirasın adalete uygun olarak hesaba katılmasını, hakimin, her şeyden önce davalıya karşı desteğini kaybeden kişinin eski yaşayış tarzını devam ettirmeye hak iddia edebileceğini gözönünde tutmasını, önermiştir.

Yargıtay’ın bir çok kararlarında da, zararın hesabından miras menfaatinin mahsup edileceği kabul edilmiştir ( Örneğin, 4. Hukuk Dairesi, 16/11/1963 tarih ve 8337/10030 sayılı 12/12/1966-8495/10612, 15/05/1967-4140/4254, 15/04/1968-5590/3518, Ticaret Dairesi 11/05/1965-688/1603, 09/10/1965-1710/2827, 05/05/1966-1535/2284, 16/03/1968-469/1130, 30/05/1968-3407/3320, 06/06/1969, 5255/2927 Hukuk Genel Kurulu, emekli maaşının mahsubu ile ilgili olarak, 02/07/1975-1972/T. 1574-908 ).

Memleketimizde bu konuyu inceleyen müelliflerden Prof. Dr. Tahir Çağa, bu konu ile ilgili olarak, “umumiyetle tazminat mesailinde menfaatlerin zarardan tenzili hususunda elde edilen menfaat ile zararlı hadise arasındaki illiyet rabıtası kıstas olduğu halde burada kıstas, davacının yardıma ihtiyaç derecesi olacaktır, tabiri diğerle davacının yardıma olan ihtiyacını tenzil veya ref’eden menfaatler mahsup edilmek lazım gelecektir.” demektedir. ( Adalet Dergisi Nisan 1950, Sh. 451 ). Prof. Dr. S. Sulhi Tekinay da, ölüm sebebiyle destekten yoksun kalma tazminatı ( 1963, İstanbul ) isimli eserinde, sorunu etraflı bir şekilde inceledikten ve farklı görüşleri belirttikten sonra, miras menfaatlerinin zararın hesaplanmasına hangi ölçüde etki yapacağı meselesini çözmek için, uygun illiyet kriterine dayanan mahsup prensibini aynen uygulamayacağımızı, zira böyle bir şeyin destekten yoksun kalma tazminatının en önemli şartlarından biri olan ( bakım ihtiyacı )’na önem vermemek gibi bir sonuca götüreceğini, bu bağdaşamayacağını, adalet düşüncesinin, mirastan faydalanan mirasçılar için sadece manevi tazminat taleplerinin daha geniş ölçüde takdirini haklı kılabileceğini, hakimin miras menfaatlarını zarardan indirirken halin özelliklerine dikkatle eğilmesi ve miras gelirlerinin elde edilmesindeki güçlüğü olsun, gelir getirmeyen kıymetlerini verimli hale getirilmesindeki zorlukları olsun takdir etmesi ve otomatik indirimlerden kaçınması gerektiğini, ölenin bıraktığı bir bakkal dükkanında bundan böyle dul kalan karının veya tecrübesiz çocuklardan birinin oturmasının, çok defa eski geliri veya hiç değilse bu gelirin eski emniyetini sağlamayacağını, belirtmiştir ( Sh. 173-174 ).

3- Aksi görüş olan, yardım yapanın, vakitsiz ölümü yüzünden adeta tesadüfen mirasçı olan kimselerin elde ettikleri miras menfaatlerinin zarara mahsup edilmesi, buna mukabil yardım eden kimse tabii ömrünü yasaydı davacıya yine intikal edecek olan miras menfaatlerinin ise mahsup edilmemesi fikri, genel mahsup teorisinin yardımcıdan yoksun kalma tazminatına uygulanmasını ifade eder. Bu düşünce tarzı, yukarıda değinilen 45. maddenin sosyal karakterine aykırı düşer. Zira bakım ihtiyacı, nazara alınmamakta, yardıma ihtiyacı olmayan kimselere de tazminat hakkı tanınmaktadır. Düşünmek lazımdır ki, destekten yoksun kalma tazminatı, eylemin karşılığı olan bir ceza değildir. Ölüm dolayısıyla sona eren yardım nedeniyle muhtaç duruma düşülmesini önlemek, bir başka deyişle ölümden önceki yaşama düzeni ve koşullarını geri getirmek amacına yönelik sosyal kırıterde nevi şahsına münhasır bir tazminattır.

Davacının ihtiyaç derecesini tespit ederken, kendi emeği ile elde ettiği gelirini ve bunun artması olanağını gözönüne aldığımız halde, hiç bir emek sarf etmeksizin elde ettiği miras menfaatını, kanuni bir hak olduğu düşüncesiyle nazara almamak sosyal anlayış ve adalet bakımından da bir tezat meydana getirir.

Örneğin her trafik olayında harap olan aracın enkaz değerini, davacının nasıl olsa bunun üzerinde mülkiyet hakkı mevcuttur diye zarardan mahsup etmemek yoluna gidilemeyeceği gibi, ihtiyacı azaltan miras menfaatını da kanuni hak olduğu için, mahsup etmemek yoluna gidilemez.

Destekten yoksun kalma tazminatı terekeye dahil değildir; ölenden miras yolu ile intikal etmez. Bu nedenle iştirak halinde mülkiyet söz konusu olmadığından, mirasçılar dahi ayrı ayrı dava açabilirler. Bu tazminat için ne ölenin nafaka mükellefi, ne de miras bırakan olması koşulu da yoktur. Sosyal ilişkilerinde bir yakını, nişanlısı, metresi, hizmetçisi, hatta ölenin yardım ettiği bir dostu olmak yeterlidir.

İsviçre-Türk Borçlar Kanunu’nun dikkate değer özelliklerinden birini meydana getiren 45. maddenin 2. fıkrası hükmünde, ölenin geride bıraktığı kimselerin bu şekilde geniş bir çerçeve içinde korunması bakımından, modern kodifikasyonların hemen hemen hepsinden üstün bir sosyal karakter vardır. Bu hüküm gereğince, ölüm sonucu olarak, ölenin yardımından yoksun kalan kimsenin bu zararı tanzim edilir. Demek ki önce yardıma muhtaç olmak ve ondan sonra yardım yapılmak veya yapılması muhakkak bulunmak koşullarının gerçekleşmesi, tazminata hükmedilebilmesinin gereğidir. Miras nedeniyle yardıma, ihtiyaç durumu esasen ortadan kalkarsa, ( zarar ) da meydana gelmez ve tazmini, iktiza etmez.

4- Olayda, ölenin gelirini otel işletmesinden sağladığı ve bu otelin işletilmesinin davacı mirasçılara kaldığı ve gelirden bir eksilme olmadığı gerekçesiyle destekten yoksun kalma isteğini içeren tazminat davası, mahkemece reddedilmiştir.

İlke olarak mahkemenin görüş tarzı miras menfaatının gözönünde tutulması yönünden yerinde ise de, kocasının işlettiği bir otelde veya diğer bir işletmede onun yerine geçen bir kadının, kocasının sağladığı geliri elde edemediği, olayların mutad cereyan tarzına göre bilinen bir gerçektir. Bundan başka davacı eşin, ev işlerinde yardımı azalacağı ve kısmen veya tamamen otelde çalışacağı için, evde veya otelde yahut da her ikisinde yardımcıya muhtaç olacağı ve bu nedenle giderlerinde de bir artmanın vuku bulacağı düşünülebilir. Nihayet kadının evlenme ihtimali, çocukların yaşların göre ileriye nizaf olarak tahsil, cihaz gibi yapılacak yardım bakımından uğrayacakları zarar da, gözönünde tutulmalıdır.

Bu itibarla tarafları iddia ve savunmalarına göre gerekli inceleme yapılmadan davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davacıların temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün ( BOZULMASINA ), ödediği temyiz peşin harcının isteği halinde temyiz edenlere iadesine, 01/12/1975 tarihinde oybirliği gerekçede bir oya karşı çoğunlukla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Genel olarak haksız fiilden doğan faydanın zarar mahsup edilmesi icap eder. Ancak zarar veren olay ile husule gelen menfaat arasında uygun bir illiyet rabıtasının bulunması da gereklidir.

Ölenin mirası geride kalana zarar verici olay gerçekleşmeseydi hiç düşmeyecek veya az miktarda düşecek ise mahsubu gerekir. Başka bir tabir ile miras menfaatını haksız fiil gerçekleştirmiş ise bu menfaatin destekten yoksun kalma zararına mahsup edilmesi lazımdır. Haksız fiil vuku bulmaksızın da elde edilebilecek olan miras menfaati mahsuba esas olamaz. Çünkü miras eş ve babalarının davacıların kanuni bir hakkı olup, eş ve babalarının eceli ile ölmemiş olması hali destekten yoksun kalma tazminatının istemek hakkından mahrumiyetini gerektirmez. Bu itibarla davcıların Borçlar Kanunu’nun 45. maddesi dairesinde tazminat isteklerinin hesaplanarak neticesine göre bir karar verilmek gerekirken ölen eş ve babalarından miras yoluyla otel kaldığından davacıların geçimlerini bununla sürdüreceklerinden bahisle davanın reddine isabet bulunmadığından hükmün bozulması oyundayım.

MURİS MUVAZAASI ( Tapu İptali ve Tescil – Tasarrufa Konu Malın Sabit Tenkis Oranında Bölünmezliği Ortaya Çıktığı Takdirde 564. Md. deki Tercih Hakkı Gündeme Geleceği )

T.C. YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ E. 2010/6762 K. 2010/7926 T. 5.7.2010

DAVA : Taraflar arasında görülen davada;

Davacı, miras bırakanı Akgül’ün, 12 parsel sayılı taşınmazını davalı kızları Müzeyyen ve Hidayet’e Ölünceye Kadar Bakma Akdi ile mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olarak temlik ettiğini 257 parselini ise torunu Recai’ye bağışladığını ileri sürerek, tapuların miras payı oranında iptal ve tescilini veya saklı paya tecavüz nedeniyle tenkis isteğinde bulunmuştur.

Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, davacının iddialarını kanıtlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, davacı avukatı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal-tescil veya tenkis isteklerine ilişkindir.

Mahkemece, tüm istekler yönünden davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; miras bırakan Akgül’ün dava konusu 12 parsel sayılı taşınmazını kızları Müzeyyen ve Hidayet’e Ölünceye Kadar Bakma Akdi ile 257 parselini ise 14.09.1995 tarihinde torunu Recai’ye bağışladığı aynı akitle dava dışı oğlu Ahmet’e de bir kısım taşınmazlarını aktardığı, Ahmet’e yapılan temliklerin dava konusu olmadığı anlaşılmaktadır.

Miras bırakanın davalılar Müzeyyen ve Hidayet’e Ölünceye Kadar Bakım Akti ile yaptığı temlikin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olmadığı, bakımın amaçlandığı, davalıların da bakım borçlarını yerine getirdikleri saptanmak ve Ölünceye Kadar Bakım Akitleri ivazlı akitlerden olup, saklı payı zedeleme iradesi de olmadığından anılan davalılar yönünden davanın reddedilmiş olması doğrudur.

Davacının bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir, reddine.

Öteki temyiz itirazlarına gelince; bilindiği üzere, tenkis ( indirim ) davası, miras bırakanın saklı payları zedeleyen ölüme bağlı veya sağlar arası kazandırmaların ( tebberru ) yasal sınıra çekilmesini amaçlayan, öncesine etkili, yenilik doğurucu ( inşai ) davalardandır. Tenkis davasının dinlenebilmesi için öncelikli koşul; miras bırakanın ölüme bağlı veya sağlar arası bir kazandırma işlemi ile saklı pay sahiplerinin haklarını zedelemiş olmasıdır. Saklı payların zedelendiğinden söz edilmesi ise kazandırma konusu tereke ile kazandırma ( temlik ) dışı terekenin tümü ile bilinmesiyle mümkündür. Tereke miras bırakanın ölüm tarihinde bırakmış olduğu mameleki kıymetler ile, iadeye ve tenkise tabi olarak yaptığı kazandırmalardır. Bunlar terekenin aktifini oluşturur. Miras bırakanın borçları, bakmakla yükümlü olduğu kişilerin bir aylık iaşe, terekenin defterinin tutulması, mühürlenmesi, cenaze masrafları gibi giderler de pasifidir. Aktiften belirtilen borçların indirilmesi net terekeyi oluşturur. Tereke bu şekilde tesbit edildikten sonra mirasın açıldığı tarihteki fiyatlara göre değerlendirilmesi yapılarak parasal olarak miktarının tesbiti gerekir. ( TMK.565 ) Miras bırakanın Medeni Kanun’un 564. maddesinde belirlenen saklı paya tecavüz edip etmediği bulunan bu rakam üzerinden hesaplanır. Tasarruf oranı aşılmış ise tasarrufun niteliğine göre icap ederse kazandırma işleminde, saklı payları zedeleme kastının bulunup bulunmadığı objektif ( nesnel ) ve subjektif ( öznel ) unsurlar dikkate alınarak belirlenmelidir. Zira tasarruf oranını aşan her kazandırmada saklı payları zedeleme kastının varlığından söz edilemez.

Mutlak olarak tenkise tabi tasarruflarda ( ölüme bağlı tasarruflar veya Medeni Kanunun 565. maddesinin 1, 2 ve 3 bentlerinde gösterilenler ) veya saklı payın ihlal kastının varlığı kesin olarak anlaşılan diğerlerinde özellikle muayyen mal hakkında tenkis uygulanırken Medeni Kanun’un 570. maddesindeki sıralamaya dikkat etmek davalı mahfuz hisseli mirasçılardan ise aynı kanunun 561. maddesinde yer alan mahfuz hisseden fazla olarak alınanla sorumluluk ilkesini gözetmek, dava konusu olup olmadığına bakılmayarak önce ölüme bağlı tasarruflarla davacının saklı payını tamamlamak, sonra sağlar arası tasarrufları dikkate almak gerekir. Bu işlem sırasında dava edilmeyen kişi veya tasarrufların tenkisi gerekeceği sonucu çıkarsa davacının onlardaki hakkını dava etmemesinin davalıyı etkilemeyeceği ve birden çok kişiye yapılan teberru tenkise tabi olursa 563. maddede yer alan, alınanla mütenasip sorumluluk kuralı gözetilmelidir.

Davalıya yapılan tasarrufun tenkisine sıra geldiği takdirde tasarrufun tümünün değeri ile davalıya yapılan fazla teberru arasında kurulan oranda ( sabit tenkis oranı ) tasarrufa konu malın paylaşılmasının mümkün olup olamayacağı ( MK.564 ) araştırılmalıdır. Bu araştırma sonunda tasarrufa konu mal sabit tenkis oranında bölünebilirse bu kısımların bağımsız bölüm halinde taraflar adına tesciline karar verilmelidir.

Tasarrufa konu malın sabit tenkis oranında bölünmezliği ortaya çıktığı takdirde sözü geçen 564. maddedeki tercih hakkı gündeme gelecektir. Böyle bir durum ortaya çıkmadan davalının tercih hakkı doğmadan davalının tercihinin kullanması söz konusu olamaz. Daha önce bir tercihten söz edilmişse sonuç doğurmaz. O zaman davalıdan tercihi sorulmak ve 11.11.1994 günlü 4/4 sayılı içtihadı birleştirme kararı uyarınca süratle dava konusu olup sabit tenkis oranına göre bölünemeyen malın, tercih hakkının kullanıldığı gündeki fiatlara göre değeri belirlenmeli ve bu değerin sabit tenkis oranıyla çarpımından bulunacak naktin ödetilmesine karar verilmelidir.

Somut olaya gelince; miras bırakana ait terekenin aktifine dahil edilmesi gereken başka taşınmazları olduğu halde, bu husus araştırılmamış yukarıdaki ilkeleri kapsar biçimde bir tenkis hesabı da yapılmamıştır.

Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeleri kapsar biçimde hükme yeterli bir araştırma yapılarak denetime elverişli rapor alınması ve sonucuna göre tenkis isteğiyle ilgili bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.

SONUÇ : Davalının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.’nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 05.07.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Şimdi arayın: 0533 483 9313