Demans Hastalarının Evliliği Geçerli mi?

Evlenme ehliyetinin maddi koşullarından bir tanesi de ayırt etme gücüdür. Medeni Kanunun 13. maddesi hükmü ayırt etme gücünün olumsuz tanımını vermiştir. Yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, Okumaya devam et Demans Hastalarının Evliliği Geçerli mi?

Yeni Kadına şiddet yasası “şiddeti” önleyebilir mi?

1998 yılında çıkarılan 4320 sayılı Ailenin Korunması Hakkındaki Kanun sadece iki maddeden oluşuyordu, ancak uygulamada çok büyük bir öneme sahipti. Bu kanun yetersiz gelmiş olacak ki 2007 yılında tüm maddeleri (!) değiştirilmişti. Bu yasa ile kusurlu aile bireyi hakkında eve yaklaşamama, ev eşyalarına zarar vermeme ve hatta bir sağlık kuruluşuna müracaat ile tedavi olmasına kadar tedbirler Aile Mahkemesi hakimi tarafından alınabiliyordu.  Bu yasanın,aile bireylerini ve özellikle kadını şiddetten korumadığı günlük gazete ve televizyon yayınlarıyla ortada. Bu nedenle 8 Mart 2011’de yeni bir yasa tasarısı Meclisimizde kabul edilerek kadına şiddetin önüne geçilmeye çalışılıyor. Dünya Kadınlar Günü’ne denk getirilen Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, elektronik kelepçe ve mobil cihazla takip gibi bir çok yenilik getiriyor. Bu yasadan şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan koca, kadın, çocuk, aile bireyleri ile tek taraflı ısrarlı takip mağdurları yararlanabilecek.  Kabul edilen yasaya göre, kişinin fiziksel, cinsel, ekonomik veya psikolojik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan muhtemel hareketler şiddet olarak tanımlanıyor. Özgürlüğün keyfi engellenmesi, fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranış şiddet kapsamında değerlendiriliyor.

Şiddet veya şiddet uygulanması tehlikesinin varlığı halinde sadece şiddet gören değil, bunu duyan gören herkes resmi makam ve mercilere suçu ihbar etme hak ve yükümlülüğüne sahip. Önceki yasalardan farklı ve en önemli noktası ise, şiddet görenin korunması için verilmesi gereken tedbir kararının hiç bir kanıt beklenmeksizin ve gecikmeksizin verilmesinin gerekmesi. Şiddet ihbarını alan kamu görevlisinin vakit kaybetmeden durumu yetkililere bildirmesi gerekiyor. Kanuna göre, mahkeme, mülki amirler yani valiler, vali yardımcıları ve kaymakamlar ile çok acil durumlarda kolluk amirleri örneğin barınma yeri ve geçici maddi yardım gibi koruyucu tedbir kararları alabiliyorlar.

Uzaklaştırıldığı halde mağdura yaklaşmaya ya da iletişim kurmaya çalışan kişi hapse atılacak. Bu kişiler için yasada 3 günden 10 güne kadar zorlama hapsi öngörülüyor. İhlal durumunun tekrarlanması halinde zorlama hapsinin süresi 15 günden 30 güne kadar olabiliyor ancak zorlama hapsinin toplam süresi 6 ayı geçemiyor.

Şiddete uğrayan veya koruma altına alınan kişi Bakanlığa ait veya bakanlığın gözetim ve denetimi altında bulunan yerlere yerleştirilmesi Kanunda öngörülmüş. Geçici maddi yardım yapılmasına karar verilmesi halinde, 16 yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının otozda birine kadar günlük ödeme yapılacak, bu günkü şartlarda bu tutar yaklaşık 23,00 TL olarak belirlenmiş. Korunan kişi birden fazlaysa ilave her bir kişi için bu tutarın yüzde 20’si oranında ayrıca ödeme yapılması da kabul edilen hükümler arasında.

Korunan kişinin çocukları varsa, korunan kişinin çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere 4 ay, kişinin çalışıyor olması halinde ise 2 aylık süre ile sınırlı olmak kaydıyla, on altı yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının yarısını geçmemek ve belgelendirilmek kaydıyla bakanlık bütçesinden karşılanmak suretiyle kreş imkanı da sağlanacak.

Kanunla birlikte, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın gerekli görmesi halinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik uygulanan şiddet veya şiddet uygulanması ihtimali dolayısıyla açılan idari, cezai, hukuki her türlü davaya katılabilmesi de kabul edildi.

Yeni yasa, getirdiği hükümler bakımından genel olarak olumlu karşılansa da kadın dernekleri ve hukukçular tarafından daha etkili bir yasa yapılması gerekliliği yönünden eleştiriliyor.

Uzun yıllardır çoğunlukla boşanma davaları, velayet, nafaka davalarıyla uğraşan bir avukat-hukukçu olarak yasa koyuculardan biraz daha farklı düşündüğümü hemen ifade edeyim. Öncelikle yasanın adını doğru bulmadım. Yasanın adı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi” olarak belirlenmiş. Bir yasa hazırlanırken öncelikle, bu yasayla elde edilmesi beklenen hukuki çıkarın ne olduğunun net olarak ortaya konması gerekir. Eğer bir yasayla Ailenin Korunmasını istiyorsanız, yani çıkardığınız yasayla evliliklerin daha sağlıklı olmasını, daha az boşanma olmasını, evliliklerin daha uzun sürmesini istiyorsanız buna göre bir kanun yaparsınız; ancak amacınız şiddete uğramış kadını (ve aile bireylerini) korumaksa yapacağınız kanun başka başka hükümler taşımalıdır. Net olarak ifade edeyim ki bu yasa ve maddeleri “ailenin korunması” amacına uygun değildir.

Aynı yastığa baş koyduğu, yemeğini yapan, çamaşırlarını yıkayan en azından çocuklarını büyüten ve hayatına ortak olan “hayat arkadaşına” şiddet uygulayan bir eş, sağlıklı düşünemiyor ve uygulayacağı şiddeti çözüm olarak görüyor demektir. Bu düşünce yapısına sahip bir kişiyle sürdürülecek bir evliliğin diğer eşe, çocuklara, geniş anlamda aileye ve topluma nasıl bir fayda sağlayacağı umulmaktadır? Eğer bekleniyorsa, ki bana göre beklenmelidir, yapılması gereken şiddet uygulayan kişinin tedavi edilmesi, şiddet uygulama nedenlerinin araştırılması ve bu nedenlerin ortadan kaldırılmasıdır. Şiddet uygulayan kişi kendisini haklı gördüğü sürece, onu mahkeme kararıyla evinden uzaklaştırmak, maaşına el koymak vb. tedbirler sorunu çözmekten ziyade büyütücü bir etkiye sahip olacaktır. Şiddet uygulayan hiç bir erkeğin, kendisine “elektronik kelepçe” taktıran, karakola şikayet eden eşi ile evli kalmaya devam edebileceğine; eşini karakola şikayet etmek zorunda kalan bir şiddet mağdurunun zorlayıcı nedenler olmadıkça evliliği sürdürmeye istekli olabileceğine ihtimal vermiyorum. Bu nedenle, kanıtsız-nedensiz tedbir uygulanmasını, devletin ailenin içine bu kadar fütursuzca girmesini “ailenin korunması” amacı ile bağdaştıramıyorum.

Diğer yandan yasalar yapılırken bir cinsin öne çıkarılarak “kayrılmasını” doğru bulmuyorum. Şiddet mağduru kadın olabileceği gibi erkek de olabilir. İnsanları cinsiyetlerine göre değerlendirmek, geri kalmış bir düşünce sistemine aittir. Bir hukuk devleti, haksızlığa uğrayan vatandaşını, din-dil-ırk ve cinsiyet ayrımı yapmaksızın korumakla yükümlüdür. Bir kişinin sırf kadın olduğu için daha fazla korunması, kanunların kadın lehine işlemesi, adaletin terazisinin dengesini bozar. Adalet tanrıçasının gözü bağlıdır, bağlı olmak zorundadır, terazinin kefesine koyduğu kişinin kadın olup olmaması önemli değildir. Adalet güçsüzleri korumakla değil, tüm herkese eşit mesafede olmakla yükümlüdür. Herkese eşit davranıldığında kimsenin hakkı ihlal edilmemiş olur. İnsanların hakkına, hızlı ve doğru bir şekilde ulaşabilmelerini sağlamak kanun yapıcıların en büyük görevidir.

Eşten mal kaçırma

Boşanma davalarında en çok karşılaşılan problemlerden bir tanesi de boşanma davası öncesinde ve boşanma davası açıldıktan sonra bir eşin diğer eşten mal kaçırması halinde ne yapılması gerektiği sorunudur. Hem vatandaşlardan hem de avukat meslektaşlarımdan yoğun olarak aldığım bu sorunun cevabı çoğu kişiyi üzüyor.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, 2002 yılının Ocak ayında yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu kural olarak eşlerin evlilik birliği içinde edindikleri mal varlıkları üzerinde yarı yarıya hak sahibi olmalarını kabul ediyor. Bu kural mal rejimine edinilmiş mallara katılma mal rejimi adı veriliyor.

Edinilmiş mallara katılma rejiminde öncelikle bilinmesi gereken, bu mal rejiminin aynî bir hak tanıdığı durumların genel olarak boşanma davalarında karşımıza çıkmaması. Yani boşanma davası söz konusu olduğunda edinilmiş mallara katılma rejimi ile talep edilebilecek olanın, edinilen malların değerinin yarısı olduğunun bilinmesi gerekiyor. İkinci olarak bilinmesi gereken husus ise, bu mal rejiminde mal varlığının tasfiye edilebilmesi için öncelikle – doğal olarak- mal rejiminin sona ermiş olmasının gerekmesi. Mal rejiminin sona ermesi ise evlilik birliğinin iptal, boşanma ya da ölüm gibi bir nedenle sona ermesi ya da farklı bir mal rejiminin seçilmesi anlamına gelmekte.

Boşanma davasının açılması ile birlikte hakim, eşlerin barınmasına ve iaşesine ilişkin kararları re’sen almak zorunda. Ancak, uygulamada bu kural çok fazla işletilmiyor. Boşanma davası açılan eşin malvarlığı üzerine tedbir koyulmak isteniyorsa bunun için mutlaka mal varlığının tasfiyesi davası da açılmalı. Boşanma davasında istenecek maddi ve manevi tazminatlar yahut nafaka için eşin malvarlığı üzerine tedbir konulması yanlıştır.

Yine mal kaçırma ihtimalinin olduğu durumlarda, eş, mahkemeye başvurarak diğer eşin malları üzerindeki tasarruf hakkını kısıtlayabilme hakkına da sahiptir.

“Davacı R. vekili, evlilik içinde alınan iki parça taşınmazın davalı C. L. tarafından mal kaçırma amacı ile muvazaalı şekilde diğer davalı O. A.’a satıldığını açıklayarak yapılan satış sebebiyle TBK’nun 19.maddesi ve TMK’nun 169. maddesine göre davalılardan O. adına olan N… meskenlerin muvazaa sebebiyle tapu kayıtlarının iptali ile tapunun eski hale iadesine karar verilmesini istemiştir.

Temyize konu dava, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19.maddesi uyarınca açılmış şahsi hakka dayalı muvazaa sebebiyle tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Böyle bir iddia karşısında, aslolan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının saptanmasıdır. Tarafların 19.4.2012 tarihinde evlendikleri ve halen evli oldukları anlaşılmaktadır. Davalı eş ile diğer davalı arasında gerçekleştirildiği iddia olunan muvazaalı işlem davacı yönünden haksız eylem niteliğinde bulunduğuna göre davacının, şahsi hakkına dayanarak evlilik birliği içinde edinilen taşınmazların davalı eş C. tarafından dava dışı O.’a devredilmesine dair işlemin muvazaa sebebiyle iptali ile eski hale getirilerek, taşınmazların davalı eş C. adına tekrar tescil edilmesi talebinde hukuki yararının bulunduğu gözetilerek davaya devam edilmesi, taraf delillerinin toplanması, toplanacak tüm deliller TBK’nun 19.maddesinde yazılı muvazaa talebi doğrultusunda birlikte değerlendirilerek sonucuna göre işin esası ile ilgili olumlu olumsuz bir hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde hukuki yarar yokluğundan davanın reddedilmesi doğru olmamıştır.”  YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ E. 2014/5067 K. 2014/9904 T. 20.5.2014

“Davacı vekili, davacı ile davalılardan A. Ö.’ün İzmir … Aile Mahkemesi’nin 06/06/2005 tarih ve … sayılı kararı ile boşanmalarına karar verildiğini, davacı tarafından davalı A aleyhine katkı payı alacağına ilişkin açılan davada İzmir . Aile Mahkemesi’nin sayılı kararı ile 30.960,00 TL’nin tahsiline karar verildiğini, boşanma kararından bir hafta sonra 13/06/2005 tarihinde davalı A üzerine kayıtlı … bağımsız bölümü çok düşük bir bedelle, hiç bir işi olmayan yeğeni diğer davalıya satış göstererek tapudan devrettiğini, yapılan satış işleminin mal kaçırma amacıyla muvazaalı yapıldığını belirterek dava konusu taşınmazın tapusunun iptali ile davalı A. Ö. adına tapuya kayıt ve tescilini istemiştir.

Dava, Borçlar Yasasının 18. maddesinde düzenlenmiş bulunan danışık ( muvazaa ) iddiasına dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkindir. Kural olarak üçüncü kişiler, danışıklı işlem ( muvazaalı muamele ) nedeniyle hakları zarara uğratıldığı takdirde tek taraflı veya çok taraflı olan bu hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler. Çünkü; danışıklı bir hukuki işlem ile üçüncü kişilere zarar verilmesi, onlara karşı işlenmiş haksız eylem niteliğindedir. Ancak, üçüncü kişilerin danışıklı işlem ile haklarının zarara uğratıldığının benimsenebilmesi için, onların, danışıklı işlemde bulunandan alacakları bulunmalı ve danışıklı işlem o alacağın ödenmesini önlemek amacıyla yapılmış olmalıdır.

Diğer yandan; zarara uğradıklarını ileri süren üçüncü kişilerin, danışıklı işlemde bulunduğu iddia edilen kişi hakkında tazminat davası açmış olmaları, bu davanın kabulü için tek başına yeterli olmadığından danışıklı işlemde bulunanın, üçüncü kişilere borçlu bulunduğunun gerçekleşmesi ve borcunu ödememek için danışıklı hukuki işlem yapmış olması gerekir.

Somut olayda; davacı, davalılardan Al katkı payı alacağına ilişkin hükmedilecek tazminatı ödememek amacıyla dava konusu edilen taşınmazı danışıklı olarak diğer davalıya devredildiği iddiası ile eldeki bu davayı açmıştır. Yargılama sonunda satışın danışıklı olduğunun kanıtlanması durumunda davacı, satışa konu edilen maldan alacağının tahsili için yararlanabilecektir. Ancak, davacının bu hakkı ayni değil şahsi bir sonuç doğuracağından tapunun iptaline değil, İ.İ.K.’nun 283/1. maddesi gereğince, iptal ve tescile gerek olmaksızın davacıya taşınmazın haciz ve satışını isteyebilme hakkı tanınmasına karar verilecektir. Bu davada güdülen amaç da budur. Davacı ile davalı A İzmir 4. Aile Mahkemesi’nin 06/06/2005 tarih ve 2005/207 Esas, 2005/674 Karar, sayılı kararı ile boşanmalarına karar verildiği, kararın 07/07/2005 tarihinde kesinleştiği, yine davacı tarafından davalı A aleyhine katkı payı alacağına ilişkin davada İzmir . Aile Mahkemesi’nin sayılı kararı ile 30.960,00 TL katkı payı alacağının tahsiline karar verildiği ve kararın 28/01/2011 tarihinde kesinleştiği, davalı A üzerine kayıtlı bağımsız bölümü boşanma davasının karara bağlanmasından bir hafta sonra çok düşük bir bedelle, hiç bir işi olmayan yeğeni diğer davalı T. K.’na satış göstererek tapudan devrettiği, yapılan satış işleminin katkı payı alacağından kurtulmaya yönelik olarak muvazaalı yapıldığı anlaşılmaktadır.

Şu durumda, satışın muvazaalı olduğu kanıtlanmıştır. O halde, davanın İİK 283/1 maddesi gözetilerek tapu iptaline gerek olmaksızın davacının alacağını alabilmesini sağlamak için dava konusu taşınmazın haciz ve satışını isteyebilmesi yönünde hüküm kurulması suretiyle davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken açıklanan maddi ve hukuki olgular gözetilmeden yerinde görülmeyen yazılı gerekçeyle istemin reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.” YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ E. 2013/3286 K. 2014/737 T. 22.1.2014

 Son Güncelleme: 8.11.2016

Yardım Nafakası Nedir?

Yardım Nafakası Nedir?  

Yardım nafakası, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek altsoyu, üstsoyu ve kardeşleri bulunan herkesin bu kişilere olan Nafaka davaları avukatıyükümlülüğünü ifade eder. Nafaka, bir kimsenin bakmakla yükümlü olduğu kimseler lehine mahkemenin takdir ettiği aylık parasal katkı miktarına verilen addır.

Ergin çocuğa yardım nafakası talebi, boşanma veya ayrılık davası açılınca davanın devamı süresince eşlere ilişkin alınması gereken geçici önlemler dışında alınabilecek olan genel önlemlerdendir. Yardım nafakası talepleri, boşanma davasının eki olmayan davalardandır. Yardım nafakası talepleri, boşanma davasından bağımsız olarak usulüne uygun şekilde açılması gereken bir davaya konu olabilir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘na göre çocuklara koşulları oluştuğunda tedbir nafakası, iştirak nafakası, yardım nafakası verilebilmektedir. Ana ve babanın bakım borcu, çocuğun ergin olmasına kadar devam eder. Erginlik onsekiz yaşın doldurulmasıyla başlar. Yine evlenme, kişiyi ergin kılar. Onbeş yaşını dolduran küçük, kendi isteği ve velisinin rızasıyla mahkemece ergin kılınabilir. Çocuk ergin olduğu halde eğitimi devam ediyorsa, ana ve baba durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere, eğitimi sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlüdürler.

Diğer yazılarımı da okumanızı tavsiye ederim:

* Üniversitede okuyan çocuğa nafaka bağlanır mı? 

* Nafaka Nedir? 

* İştirak Nafakası Nedir? 

* Yoksulluk Nafakası Nedir?

Yoksulluk Nafakası Nedir?

Yoksulluk nafakası, boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biridir. Nafaka, bir kimsenin bakmakla yükümlü olduğu kişilere  

Nafaka Davası Avukatı Yasin Girginmahkeme tarafından bağlanan aylığa verilen addır. Boşanan eşlerin birbirine tam olarak yabancı sayılamayacağı, beklenen çıkarların aniden kaybedilmesi, iddet müddeti ( boşanmış kadının yeniden evlenebilmesi için geçmesi gereken bekleme süresi), ahlaki yardım gerekçeleriyle kanunlarda yer almakta ve bu ilkeler ışığında hakimler tarafından takdir edilmektedir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’na göre, boşanma sebebiyle yoksulluğa düşecek taraf, kusuru diğer taraftan daha ağır olmamak şartıyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak yoksulluk nafakası isteyebilir. Önceki Medeni Kanun’da yer alan  erkeğin kadından isteyebilmesi için kadının hali refahta olması kuralı kadın-erkek eşitliği ilkesine uygun olarak çıkartılmıştır.

Yoksulluk Nafakası isteyebilmek için bazı şartların varlığı gerekmektedir:  talep eden taraf diğer taraftan daha ağır kusurlu olmamalıdır; yoksulluk nafakası isteyen yoksulluğa düşecek olmalıdır; bunun yanında yoksulluk, boşanma sebebiyle oluşmalıdır, isteyenin yoksulluğa düşmesi kendi iradi hareketleriyle gerçekleşmemelidir.

 

 

 

Aldatılan eş “öteki kadından” tazminat isteyebilir mi?

Boşanma Avukatı AnkaraHukukumuzda borçların kaynağı, sözleşme, haksız fiil, sebepsiz zenginleşme ya da bir kanun hükmü olarak kabul edilmiştir.

Haksız fiil, bir kişinin hukuka aykırı bir eylemle başkasına zarar vermesidir. Haksız fiilden söz edilebilmesi için şu dört unsurun birlikte bulunması zorunludur.

a)      Öncelikle ortada hukuka aykırı bir fiil bulunmalı,

b)      Bu fiili işleyen kusurlu olmalı,

c)      Kusurlu şekilde işlenen ve hukuka aykırı olan bu fiil nedeniyle bir zarar doğmalı

d)      Sonuçta bu zarar ile hukuka aykırı fiil arasında nedensellik bağı bulunmalıdır.

Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurunun eksik olduğu durumlarda haksız fiilden söz edilemez.

Borçlar Kanunumuzun 41. maddesinde “ahlaka aykırı bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren kişi o zararı tazmine mecburdur” denilmiştir. Yine Borçlar Kanunumuzun 49. maddesine göre, kişilik hakları hukuka aykırı bir şekilde zarara uğrayan kişi uğradığı zarara karşılık manevi tazminat isteyebilir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 185. maddesinde ise evlenmeyle eşlerin birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorunda oldukları belirtilmiştir.

Eşlerden birinin diğerine karşı sadakatsiz davranışları, Medeni kanunumuzun 185. maddesine aykırılık teşkil eder.

Haksız eylemi birlikte gerçekleştirenler birbirinden ayırt edilmeksizin zarar görene karşı müteselsilen sorumlu olurlar:

Gerek Anayasamızda gerek Medeni Kanunumuzda aile toplumun temeli olarak kabul edilmiş ve aileyi koruyan hükümlere yer verilmiştir. Aile sadece mensubu olan kişiler için değil toplum için de önemlidir ve hem yazılı hukuk düzenimizde hem de örf ve adet hukukumuzda özel bir yere sahiptir. Bu nedenle ailenin korunmasına yönelik düzenlemeler sadece aileyi değil tüm toplumu ilgilendirmektedir. Aile mensuplarının birbirine karşı yükümlülüklerinin ihlali çoğu zaman toplum düzenini de etkilemekte yasalar nezdinde koruma önlemlerinin alınması yoluna gidilmektedir.

Böylesi öneme sahip aile kurumuna mensup erkekle evli olduğunu bilerek kurulan duygusal ve cinsel ilişkinin aile kurumuna ve onun mensubu olduğu kişilere zarar vereceğini bilmemek öngörmemek mümkün değildir.

Bu nedenledir ki, evli kişilerle ilişki uzun süre suç sayılmış ve aile kurumu bu yolla da koruma altına alınmak istenmiştir. Bu tür eylemlerin, daha sonraki yasal düzenlemeler sırasında suç olmaktan çıkarılmış olması, bu eylemin ahlaka aykırılığını ve dolayısıyla haksızlığını da ortadan kaldırmayacaktır. Zira, bir eylemin ceza kanununa göre suç teşkil etmemesi ve müeyyidesinin düzenlenmemiş olması, borçlar hukuku hükümlerine göre ahlaka ya da hukuka aykırı olarak kabul edilmesine engel teşkil etmemektedir.

Diğer taraftan, eşler evlilik birliğini kurmakla birbirlerine sadakat borcu altına girdikleri gibi, mensubu oldukları aile birliğine karşı da sorumluluk altına girerler. Eşin evli olmasına rağmen bir başkası ile cinsel ve duygusal ilişkiye girmesi, evlilik sözleşmesi ile bağlandığı, sadakat borcu altına girdiği eşine karşı haksız eylem niteliğindedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2010 yılı Mart ayında verdiği bir kararla bu haksız eylem nedeniyle hem kocanın hem de gönül ilişkisi içinde bulunduğu kişinin aldatılan eşe karşı müteselsilen sorumlu olduklarını kabul etmiştir. Böylece, evli bir kimsenin evlilik dışı birlikteliği, diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğinde olduğu gibi, bu eyleme katılan kişinin eylemi de bundan ayrı düşünülemez. Dolayısıyla, bu eyleme evliliği bilerek katılan kişi de diğer eşin uğradığı zarardan sorumludur.

Bununla birlikte, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun kararı ve buna göre yerel mahkemelerce verilen kararlar ahlaka uygun ve doğru görülse de hukuka aykırıdır. Kanaatimce Hukuk Genel Kurulu burada büyük bir hata yapmıştır. Bu hatanın nedeni, aldatan eşe karşı boşanma ve manevi tazminat davasının Aile Mahkemelerinde, öteki kadına açılan davanın ise Asliye Hukuk mahkemelerinde açılması etken olmuştur diye düşünüyorum. Hukuk Genel Kurulu, haksız fiil nedeniyle aldatan eşin ve sevgilisinin müteselsil borçlu olduğunu söylemektedir. Aile mahkemesinde açılan davada, aldatan eş, zaten boşanmaya yol açan olaylar nedeniyle bir manevi tazminata mahkum edilmiştir. Aldatan eşin fiilleri ile gönül ilişkisi içinde bulunduğu kişinin fiilleri aynıdır, birbirinden ayrılamaz, bu halde Hukuk genel kurulu, müteselsil sorumluluk gerektiren tek bir fiil nedeniyle iki kez tazminat istenmesine karar vermiş olmaktadır ki bu hukuken büyük bir hatadır. Bu bana göre bir kuzudan iki post çıkarmaya çalışmak anlamına gelir.

Tazminat miktarı nasıl belirlenir?

Hükmedilecek manevi tazminat miktarı hakimin takdirindedir. Ancak, hakimin takdir edebilmesi, keyfilik anlamına gelmez. Kanunun takdir hakkı verdiği hususlarda hakim bu hakkı, Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesinde açıklanan hakkaniyet ilkesine uygun olarak kullanmak zorundadır.

Manevi tazminatın miktarı belirlenirken kişilik hakkına saldırı oluşturan eylem ve olayın özelliği yanında tarafların kusur oranı, sıfatı, işgal ettikleri makam ile diğer sosyal ve ekonomik durumları dikkate alınmalı, her olaya göre değişebilecek özel durum ve koşullar bulunabileceği gözetilerek takdir hakkını etkileyecek nedenler mahkeme kararında denetime elverişli biçimde ve objektif olarak gösterilmelidir.

Manevi tazminat davaları sonucunda hükmedilecek para zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır.

Bu para bir ceza olmadığı gibi, hükmedilecek manevi tazminatla malvarlığı zararlarının karşılanması da amaçlanmadığından tazminat miktarının bu amaca göre belirlenmesi gerekir. Bu nedenle takdir edilecek miktar, elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır.

Avukat Yasin Girgin

Üniversitede okuyan çocuğa nafaka bağlanır mı?

Boşanma Avukatı AnkaraTürk Medeni Kanunu’muza göre, herkes yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyuna nafaka vermekle yükümlüdür. Anne ve babanın bakım borcu, çocuğun reşit (ergin) olmasına kadar devam eder. Bilindiği üzere kişiler 18 yaşını tamamlamakla ergin olurlar. Bununla birlikte çocuk reşit olduğu halde eğitimi devam ediyorsa ana ve baba durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere eğitimi sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlüdürler. Bunun dışında eşler ergin olan çocuğa boşanma ya da ayrılık savası sırasında tedbir nafakası vermek zorunda değildirler. Çocuk için verilen tedbir nafakası ergin olduğu tarihte kendiliğinden sona erer. Bu konuda mahkeme kararında açıklık olmasa da tedbir nafakası ergin olduğu tarihte kendiliğinden sonuçlanır.

Kocanın cebinden habersiz para almak boşanma sebebi midir?

Türk Medeni Kanunu’muzun 166. maddesi ile hükme bağlanmış evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebine dayalı boşanma davası, eşlerin birbirine karşı olan davranışları ile evlilik birliğinin temelinden sarsılıp sarsılmadığının araştırılmasını gerektirir. Bu sebebe dayalı olarak açılan boşanma davasında tarafların belirttiği olayların evlilik birliğini sarsıp sarsmadığı hakim tarafından takdir edilecektir.  Eşin sürekli olarak eşinin cebinden habersiz para alması ekonomik şiddete yönelik bir davranış olarak kabul edilmektedir. Yargıtay uygulamasında, bu ve buna benzer olayların varlığı halinde evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı ve eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmeyerek eşlerin boşanmasına karar verilmesi gerektiği yönünde karar alınmaktadır.

Aşırı tasarruflu davranmak boşanma sebebi olabilir mi?

Boşanma Avukatı AnkaraŞiddetli geçimsizlik yani evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebine dayalı olarak boşanma davası açılması, ortak hayatın sürdürülmesinin eşlerden beklenemeyecek kadar sarsıldığının sabit olduğunun tespitine bağlıdır. Eşlerin aşırı para harcayarak aşırı borçlanması, haciz gelmesine sebebiyet vermesi, kumar oynaması boşanma sebebi olduğu kadar, eşin “aşırı” tutumlu olması da boşanma sebebi olabilir.

Eşin aşırı tasarruflu davranışları, Yargıtay uygulamasında ekonomik şiddete yönelik bir davranış olarak kabul edilmektedir. Bu tür davranışlara örnek olarak, elektrik sarfiyatı oluyor diyerek karanlıkta oturtmak, meyvenin kabuklarını kalın soyup israf ediyorsun diye eşini suçlamak, banyo ya da tuvalette fazla su kullanıyor diye sınırlama getirmek, yapılan her harcamayı günlük olarak not almak, çöp kutusuna sürekli bakarak çöpe atılanları kontrol etmek gösterilmektedir.

Bu hallerde Yargıtay, taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizliğin mevcut ve sabit olduğuna ve eşleri birarada yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün olmadığına, eşlerin boşanmasına karar verilmesi gerektiğini belirtmektedir.

Kadına “boş ol” demek boşanma sebebi olabilir mi?

Boşanma Avukatı AnkaraHerkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. Kimse, dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Bununla birlikte Yargıtay uygulamasında dinsel boşamada bulunmak ( kocanın karısına üç defa “boş ol” demesi) sosyal şiddete yönelik davranışlardan sayılmakta ve evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle açılacak davada boşanma sebeplerinden olarak sayılmaktadır.

Burada boşanma davası açma hakkı dinsel boşanmada bulunan tarafa değil, diğer tarafa aittir. Dinsel boşama halinde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizliğin mevcut ve sabit olduğu, bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmediği ve boşanma kararının verilmesi gerekliliği Yargıtay tarafından kabul edilmektedir.

Şimdi arayın: 0533 483 9313