İstinaf ve Temyizin Yargılamada Yeri

İstinaf Kanun Yolunda Verilebilecek Kararlar

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda olağan kanun yolları istinaf ve temyiz olmak üzere iki aşamalıdır. Bu Kanundaki düzenleme bakımından da yargılamanın yenilenmesi olağanüstü kanun yolu olma özelliğini devam ettirmektedir.

5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş ve Görev ve Yetkileri Hakkındaki Kanun ile kabul edilen istinaf yargısı, 20 Temmuz 2016 tarihinde faaliyete başlayan Bölge Adliye Mahkemeleri ile birlikte hukuk sistemimize dâhil olmuştur.

HMK’nin 341/1. maddesi uyarınca; ilk derece mahkemelerinden verilen nihai kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü hâlinde, itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir.

Görüldüğü üzere taraflar arasındaki uyuşmazlığın esasını çözen nihai kararlar yanında usuli nihai kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvuru mümkün olduğu gibi, geçici hukuki koruma tedbirlerinden olan ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin reddi veya bu taleplerin kabulü hâlinde itiraz üzerine verilecek kararlara karşı da istinaf başvurusu yapılabilecektir.

İstinaf bir kanun yolu olmakla birlikte temyiz kanun yolundan farklı olarak ilk derece mahkemesinin kararının denetlenmesi yanında aynı zamanda gerektiğinde yeni bir yargılama yapılması ve hüküm mahkemesi gibi karar verilmesi söz konusudur.

İstinafın kapsamını Kanun’un 355’inci maddesi belirlemiş olup bu madde hükmü dikkate alındığında kamu düzenine aykırılık hâlleri dışında istinaf dilekçesinde belirtilen istinaf sebepleri ile sınırlı olarak inceleme yapılır; bu kapsamda istinaf sebebi ile bağlı kalınmak kaydı ile bu konudaki delillerin toplanması ve incelenmesi söz konusu olur. Nitekim Kanun’un 357/1. madde hükmüne göre, bölge adliye mahkemesince re’sen göz önünde tutulacaklar dışında, ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmalar dinlenemez, yeni delillere dayanılamaz.

Bölge Adliye Mahkemesince yapılacak istinaf incelemesi sonucunda ilk derece mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu kanaatine varılması hâlinde, istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilecektir (HMK m. 353/1-b-1).

Bölge Adliye Mahkemesi istinaf başvurusunda ileri sürülen sebeplerin doğru olduğuna kanaat getirirse; bu durumda ilk derece mahkemesinde dava reddedilmiş ise, ret kararını kaldırarak davanın kısmen ya da tamamen kabulüne; dava kabul edildiği hâlde reddi gerekmekte ise kabul ya da kısmen kabul kararını kaldırarak ret kararı verir.

Temyiz Kanun Yolunda Verilecek Kararlar

Temyiz kanun yolu ise HMK’nin 361 ve devam eden maddelerinde düzenlenmiştir.

Kanunun 361’inci maddesine göre; “Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurulabilir”.

Görüldüğü üzere temyiz kural olarak bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı başvurulabilen bir kanun yoludur. Kanun’un 362. maddesi ile de temyiz edilemeyen kararlar düzenlenmiştir.

Yargıtay taraflarca ileri sürülen veya kendisinin tespit ettiği temyiz sebeplerini yerinde görürse, bozma kararı verecektir.

Ancak, temyiz başvurusu bölge adliye mahkemesi tarafından verilen istinaf başvurusunun esastan reddi kararına ilişkin ise bölge adliye mahkemesi kararı kaldırılarak dosya, kararı veren ilk derece mahkemesine veya uygun görülecek diğer bir ilk derece mahkemesine, kararın bir örneği de bölge adliye mahkemesine gönderilir.

Bölge adliye mahkemesinin düzelterek veya yeniden esas hakkında verdiği karar Yargıtayca tamamen veya kısmen bozulduğu takdirde dosya, kararı veren bölge adliye mahkemesi veya uygun görülen diğer bir bölge adliye mahkemesine gönderilir.

Yargıtayın bozma kararı üzerine ilk derece mahkemesince bozmaya uygun olarak karar verildiği takdirde, bu karara karşı temyiz yoluna başvurulabilir.

Öte yandan dosyanın bölge adliye mahkemesine gönderildiği durumlarda bölge adliye mahkemesi tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra Yargıtayın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir.

Gerek ilk derece mahkemesi gerek bölge adliye mahkemesi kararında direnirse, bu kararın temyiz edilmesi durumunda inceleme, kararına direnilen dairece yapılır. Direnme kararı öncelikle incelenir. Daire, direnme kararını yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderir.

Boşanmalarda Babanın Çocuğu Görme Süreleri

Boşanmalarda babanın çocuğu görme süreleri belirlenirken en önemli kriterlerin başında çocuğun yaşı gelmektedir. Boşanma davalarında davanın açılması ile çocuğun hangi ebeveynin yanında kalacağı ile ilgili bir karar verilir. Bu karar ile verilen velayete geçici velayet adı verilir.

Geçici velayet kararı mahkemece SİR raporu alınması, tanıkların dinlenilmesi gibi delillerin toplanmasına kadar çocuğun velayetinin muallakta kalmaması için davanın açılması ile alınmaktadır. Bu geçici velayet kararı dosyaların hemen tamamında ilk başta anne lehine kurulmaktadır. Geçici velayet kararının baba lehine kurulduğu uygulamada çok ama çok az görülmektedir.

Geçici velayetten sonra normal şartlarda velayetin bırakılmadığı diğer ebeveyn lehine de çocukla görüş günlerini tespit edecek bir kişisel ilişki kararı kurulmalıdır. Ancak bu karar çoğunlukla kurulmamakta ve kurulması diğer ebeveynin (babanın) talebine bırakılmaktadır.

Hemen belirtmek gerekir ki ele aldığım davaların önemli bir kısmında hem geçici velayetin bırakıldığı taraf hem de diğer tarafla çocuk arasındaki kişisel ilişki süresi olayın özelliğine uymamakta, çocuğun yararı sağlanamamaktadır.

Oysa, hem velayetin bırakılacağı ebeveynin tayin edilmesinde, hem nafaka miktarının belirlenmesinde hem de diğer ebeveyn ile çocuk arasındaki kişisel ilişki süresinde önemli olan çocuğun yararının gözetilmesidir.

Çocuk hangi ebeveyn tarafından bakıldığında daha iyi olacaksa o tarafta kalmalıdır.

Boşanmalarda babanın çocuğu görme süreleri belirlenirken yukarıda da değindiğim gibi ilk ve en önemli kriter çocuğun yaşıdır.

Dr. Richard Ferber’in Solve Your Child’s Sleep Problem (Çocuğunuzun Uyku Sorununun Çözümü) isimli kitabında yer alan yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere 1 haftalık bebeğin günlük 16,5 saat kadar uykuya ihtiyacı varken 6 yaşındaki bir çocuğun 11 saate yakın uykuya ihtiyacı bulunmaktadır.

Bebekler ilk 1 ay sadece beslenir ve uyurlar.

Uyumanın yanında bebeklerin beslenmesi de ilk 6 ay için anne sütü ile bu yetmediği takdirde takviye gıdalarla yerine getirilmelidir. Beslenme de gün ve gece boyu sürmekte sık aralıklarla yapılmaktadır.

Yenidoğan emzirme sıklığı günde 8-12 kez olabilir ve öğünlerin arası 6-8 hafta sonra açılmaya başlayabilir. Emzirme aralarının 3 saati geçmemesi önemlidir.

Bu nedenle yenidoğan bebekler ile babanın kişisel ilişki süresi 1 (bir) saati aşmamalıdır. Kanaatimce, bu süre babanın talebine göre haftanın bir kaç günü olacak şekilde kurulabilir.

Bir aylık gelişimini tamamlayan bebeğini günde 7-8 kez emzirilmesi yeterli olur. Emzirme sayısı 3. ayın sonuna kadar biraz azalır, günde 5-6’ya iner. Üçüncü aydan 6. ayın sonuna kadar da emzirme sayısı 4-5 olacak şekilde devam eder.

Altıncı ay tamamlandığında da ek gıdaya geçiş süreci başlar. Emzirme sayısı 3-4’e iner, diğer öğünler ek gıda ile desteklenir.

6.ayını doldurmuş bebek ile babanın kişisel ilişki süresi bu nedenle artırılabilir. Uygulamada 2 saat – 4 saat arasında (haftada 1 gün) kişisel ilişki kurulduğu görülmektedir. Kanaatimce haftada birkaç gün (birkaç= 1’den fazla 4’ten az anlamına gelir) kişisel ilişki kurma hakkı babaya tanınmalıdır.

Bebeklerde 0-3 yaş arasında kişisel ilişki baba ile yatılı olacak şekilde kurulmamalıdır.

0-3 yaşın tamamlanmasından sonra, yatılı olacak şekilde kişisel ilişki kurulabilir. Bu durumdaki kişisel ilişki süresi ise babalık duygusunu tatmin edecek düzeyde olmalıdır. Uygulamada genellikle iki haftada 1 gün Cumartesi sabah 10’dan Pazar akşamı saat 16’ya kadar kişisel ilişki kurulabildiği görülmektedir. Bence 3-6 yaş arasındaki çocuklarda iki haftada 1 yerine haftada 1 gün 10:00- 18:00 saatleri arasındaki bir kişisel ilişki daha uygun olmaktadır.

Kişisel ilişki süresi, her çocuğun uyku düzeninin birbirinden farklı olması gibi, her ana-babaya ve çocuğa göre uyarlanabilmelidir. Ana-babanın çalışma saatleri, çocuğun okula gidip gitmediği, oturdukları yerlerin birbirine uzaklığı, ekonomik imkanları, çocuğun bakımına yardımcı olabilecek kişilerin varlığı gözönüne alınarak kişisel ilişki süresi belirlenmelidir.

Boşanmalarda babanın çocuğu görme süreleri belirlenirken özellikle okula giden çocuklarda 1 hafta baba ile diğer hafta ise anne ile vakit geçirebilmesine imkan tanınmaya çalışılmaktadır. Her hafta babanın çocuklarla vakit geçirebilmesi imkanı tanındığında anne ile çocuğun haftasonu bir plan yapması engellenmiş olmaktadır, bu nedenle iki haftada bir gece yatılı kalacak şekilde kişisel ilişki kurma süresi belirlenmektedir.

Lütfen:

Bu konudaki sizin görüşlerinizi, yazıda değinilmemiş noktaları, kalıcı olması için lütfen yorumlara yazın. Hem anne hem de babanın bu konudaki tecrübelerini paylaşmasına ihtiyacımız var.

Boşanma Davasında Ses Kaydı Delil Olur mu?

Boşanma Davasında Ses Kaydı Delil Olur mu?

Ses kaydı almak hangi durumlarda delil sayılır, ses kaydı delil yerine geçer mi ve boşanma davalarında neler delil olur konularında araştırma yapıyorsanız, bu yazımızı okumanızda yarar var.

 

Hakkın var olması taraflar arasındaki ilişkilerde gerekli ve yeterli ise de var olan hakkın mahkeme önünde kabul edilebilmesi için ispat etmek gerekmektedir. İspat etmek, hâkimi bir vakıanın varlığına ikna etmeyi başarmak demektir. Haklılığın ispatı, mahkeme sonucunda elde edilecek sonuca yönelik temel unsurdur.

İspat ve inandırıcılık, hukuk sistemimizde paralel kavramlar olmakla birlikte aralarında nüans bulunmaktadır. İspat, var olan bir vakıayı mahkeme huzurunda da varlığına kanaat getirilmesini sağlarken; inandırıcılık ise bir olasılığı(hâkimin reddi, yalan tanıklık, adil yargılanma vb.) ortaya koymaktır.

İspat hukukunun en önemli ve temel kavramı ‘’delil’’dir. Hukuk usulü açısından delil, uyuşmazlığı oluşturan, daha doğrusu oluşturduğu iddia edilen vakıanın gerçekleşip gerçekleşmediği hususunda hâkimde bir kanı oluşturmaya yarayan ispat aracıdır. Delillerin konusu istisnalar hariç olmak üzere olaylardır. Hukuk kuralları ve hukukun evrensel ilkeleri ispat konusu yapılamaz.

Neler Delil Olarak Kullanılabilir?

Deliller, ispat için hukuk düzeninin kabul ettiği vasıtalardır.[1] Delillerin değerlendirilmesi konusunda birtakım sınırlandırmalar mevcuttur. Yargı makamının bu konudaki yetkisi bazı hallerde kanun koyucu tarafından sınırlandırılmıştır. Bu sınırlandırmalardan birisi de, delillerin hukuka uygun olarak elde edilmesidir. Hakkın varlığını ispat etmede kullanılan delilin hukuka aykırı olması durumunda esas kural bu delilin yargı makamı tarafından kullanılmamasıdır. Ana kural bu olmakla birlikte, yargı içtihatları ve uluslararası kurallarla bu duruma bir takım istisnalar getirilmiştir.

Delil kavramı çok geniş bir kavram olması sebebi ile bu yazıda son günlerde gerek ceza yargılamasında gerekse boşanma davalarında sıklıkla gündeme gelen ‘’ses kaydı/ortam dinlemesi’’ sonucu elde edilen delillerin ispat hukukunda yerine değinilmekle yetinilecektir.

Ses Kaydının Hukukiliği Nedir?

Ortam dinlemesi ve ses kaydı olarak bilinen kavramlar Ceza yargılamasının ve hukuk yargılamasının üzerinde durduğu kavramlardır. Son zamanlarda meydana gelen teknolojik gelişmelerle hemen hemen herkes artık telefon görüşmelerini satın aldıkları uygulamalarla dinleyip bunları hak ispatı aracı olarak kullanmak istemekte, ortama cihaz yerleştirerek bir nevi ortam dinlemesi yapmaktadırlar.

Ses kaydının alınması, özel verilerin habersiz elde edilmesi kavramı Anayasa ile güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının bir uzantısıdır. Özel hayatın gizliliği hakkı geleneksel haklardan (yaşam hakkı, mülkiyet hakkı vb gibi) farklı olarak modernleşme ve teknolojideki ilerlemelerle paralel şekilde gelişen bir haktır. Özel hayatın gizliliği hakkı, bireyin kendisi ile ilgili olan her şeyin gizli kalması, ifade edilmemesi, kayıt altına alınmaması, gösterilmemesi ve ihlal edilmemesi talep hakkı verir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. Maddesi gereğince devletin, özel hayatın korunmasında konusunda negatif ve pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda devletin özel hayata müdahale etmemesi negatif yükümlülüğü iken özel bir kişinin başkalarının bu hakları etkili bir şekilde kullanımına engel olacak davranışlarına engel olması da pozitif yükümlülüğüdür.

“Yapılan incelemede, davalı erkeğe yüklenen hakaret ve tehdit vakıalarının, taraflar arasında geçen telefon konuşmasının kaydedilmesi suretiyle oluşturulan ses kaydının bulunduğuna ilişkin tanık beyanlarına dayandığı görülmüştür. HMK m. 189/2’ye göre, hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamaz. Taraflar arasında geçen bir konuşmanın, davacı kadınca erkeğin bilgisi olmaksızın kayda alınması hukuka aykırı olduğundan, bu ses kaydının bulunduğuna ilişkin tanık beyanlarına da itibar edilemez. Bir ispat aracının Anayasa m. 36 anlamında “Meşru vasıta” olarak kabul edilebilmesi ve buna ispat gücü tanınabilmesi için, hukukun izin verdiği şekilde elde edilmesi gerekir. Hukuka aykırı yollardan elde edilen delillere veya bunların varlığına ilişkin tanık beyanlarına ispat gücü tanınması, hukuk usulünde geçerli olan silahların eşitliği ilkesine aykırıdır.” YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas Numarası: 2019/377 Karar Numarası: 2019/7006 Karar Tarihi: 12.06.2019

Temel haklar çerçevesinde bakıldığında kural olarak bir kimseden habersiz alınan ses kayıtları hukuka aykırı delil olarak kabul edilip kullanılamayacağı gibi aynı zamanda suçtur. Bu durumun temel iki istisnası bulunmaktadır. Bunlardan ilki boşanma davalarında ikincisi ise ceza davalarında görülmektedir. (Ceza davaları ile ilgili olarak Gizlice Ses Kaydı Suç mudur? yazımızı okuyabilirsiniz)

Boşanma Davalarında Hukuka Aykırı Deliller

Boşanma davaları, delillerin değerlendirilmesi konusunda kanunun temel sistematiğinden farklılaşan ve uygulama ile oluşturulan birçok kurala dayanan dava türüdür. Uygulamada birçok kimse elinde evlilik birliğinin sona ermesini gerektiren nedenleri ispatlayan ses kayıtları olmasına rağmen bu kayıtların kullanılamayacağından bahisle boşanma davası açamamakta, açsa dahi bu delilleri sunmadığı için hak kaybına uğramaktadır.

Bununla birlikte Yargıtay, bir delili değerlendirirken, hukuka aykırı elde edilmesi ile hukuka aykırı üretilmesi yönlerinden ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmiştir:

“Mahkemece, hükme esas alınan CD, davalı kadının rızası dışında kaydedildiği gibi sırf boşanma davasında delil olarak kullanılmak amacıyla bir kurgu sonucu oluşturulmuştur. O halde bu şekilde oluşturulmakla usulsüz olarak yaratılmış bu delilin hükme esas alınması mümkün değildir.” T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2011/2-703 K. 2012/70 T. 15.2.2012

“Yukarıda ifade edildiği üzere, bir delilin usulsüz olarak elde edilmesi ayrı, usulsüz olarak yaratılması ayrı bir olaydır. Usulsüz olarak elde edilen bir delil somut olayın özelliğine göre değerlendirilebilirse de; usulsüz olarak yaratılan bir delilin hiçbir şekilde delil olarak kabulü olanaklı değildir. Davacının konuşmalarının kendisinden habersiz olarak davalı Berrin’in yönlendirmesi ile diğer davalılarca kaydedildiği ve kayıt yapan davalıların davacıyı konuşmaya ve kendisini yönlendirmeye çalıştıkları bilirkişi tarafından dökümü yapılan ses kayıtlarından da anlaşılmaktadır. Bu nedenle, bu delilin hukuka aykırı olarak elde edildiği dosya kapsamı ile sabittir.”  T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2013/4-1183 K. 2014/960 T. 26.11.2014

Bunun yanı sıra boşanma davalarında sosyal medya araçlarında (facebook, twitter gibi) alınan görüntüler de delil olarak sunulabilecektir. Aile bireyleri arasında mahremiyet olmaz düşüncesi gereğince, eşler boşanma davasında bu verilerden de yararlanabilecektir.

Yargıtay 2007 yılında vermiş olduğu kararında eşler arasındaki giz alanının sınırlarını şu şekilde çizmiştir:

‘’Bir delilin elde edilişi, kişilerin Anayasa ile tanınmış hakların ihlali suretiyle gerçekleşmiş ise, onun hukuka aykırı olarak elde edildiğinin kabulü gerekeceğinde duraksama bulunmamaktadır. Delilin elde edilişinde hukuka uygunluk nedenleri varsa, o zaman kanuna aykırılık ortadan kalkar. Kuşkusuz Anayasaya göre; herkes özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz. Ancak, evlilik birliğinde eşlerin, evliliğin devamı süresince birbirlerine sadık kalmaları da yasal bir zorunluluktur. [2]Eşlerden birinin, bu alana ilişkin özel yaşamı, evlilikle bir araya geldiği ve birlikte yaşadığı hayat arkadaşı olan diğer eşi de en az kendisininki kadar yakından ilgilendirir. O nedenle, evlilikte, evlilik birliğine ilişkin yasal yükümlülükler alanı, eşlerin her birinin özel yaşam alanı olmayıp, aile yaşamı alanıdır. Bu alanla ilgili de eşlerin tek tek özel yaşamlarının değil bütün olarak aile yaşamının gizliliği ve dokunulmazlığı önem ve öncelik taşır. Bu bakımdan evliliğin yasal yükümlülükler alanı, diğer eş için dokunulmaz değildir. Bu nedenle, eşinin sadakatinden kuşkulanan davacı-davalının, birlikte yaşadıkları her ikisinin de ortak mekânı olan konutta, eşinin bilgisi dışında ses kayıt cihazı yerleştirerek, eşinin aleni olmayan konuşmalarını kaydetmesinde bu suretle sadakat yükümlülüğü ile bağdaşmayan davranışlarını tespit etmesinde özel hayatın gizliliğinin ihlalinden söz edilemez ve hukuka aykırılık bulunduğu kabul olunamaz.’’

Bu karar doğrultusunda hukuka uygun olarak elde edilmiş, yani yaratılmamış ses kaydının boşanma davasında delil olarak kullanabilmesinin mümkün olduğu görülmektedir.

“Boşanma davasının zaten kişilerin özel yaşamını ilgilendiren bir dava olduğu ve kocanın eşi ile birlikte yaşadıkları mekanda ele geçirdiği eşine ait fotoğrafları, not defterini veya mektupları mahkemeye delil olarak verilmesi halinde, bu deliller hukuka aykırı yollardan elde edilmediğinden mahkemede delil olarak değerlendirileceği; aynı evde yaşayan kadının, kocanın bu delilleri ele geçirilebileceğini bilebilecek durumda olduğu, kocanın yatak odasındaki bir dolabın içinde yada yatağın altında kadın tarafından saklanan bir not defterini ele geçirmesinin, bu mekan eşlerin müşterek yaşamlarını sürdürdükleri bir yer olduğundan kadın için gizli mekan kabul edilemeyeceği; hiç kimsenin evindeki bir mekanda bulduğu bir delili hukuka aykırı yollardan ele geçirmiş sayılamayacağı, özel hayatın gizli alanlarının, özel hayatın gizli alanını ilgilendiren delillerle ispat edilebileceği” vurgulanarak davalıya ait günlük delil olarak kabul edilmiştir.”  T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2002/2-617 K. 2002/648 T. 25.9.2002

Bununla birlikte delil listesinde gösterilmeyen ve karşı tarafın da muvafakat etmediği ses kaydına dayanılamayacağı pek tabiidir:

“Toplanan delillerden davacının eşine fiziksel şiddet uyguladığı, hakaret ettiği, eşini kovduğu, birlik görevlerini yerine getirmediği anlaşılmaktadır. Davacı tarafından kadına ait olduğu iddia edilen ses kaydını ihtiva eden kaset, delil listesinde bulunmadığı gibi; davalının da buna muvaffakat etmediği, bu nedenle bu kasetin delil olarak kabul edilmesinin mümkün bulunmadığı görülmektedir.” T.C. YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ E. 2011/20038 K. 2012/28733 T. 30.11.2012

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin aşağıdaki kararında, koca tarafından eşinin cep telefonundan casus programla kaydettiği konuşmalar dahi hukuka uygun bir delil olarak kabul edilmiş ve mahkemenin kararı doğru bulunarak onanmıştır. Üye hakimin aşağıdaki gerekçelerle karşı oyu dikkat çekicidir:

“Taraflar arasında birleştirilerek görülmekte olan boşanma davasında, davacı-davalı (koca) tarafından mahkemeye delil olarak sunulan, davalı-davacıya (kadın) ait ses kayıtlarına dair cd.’lerin, davalı-davacının “özel hayatının gizliliği” ihlal edilmek suretiyle hukuka aykırı yolla elde edildiği, bu sebeple delil olarak kullanılamayacağı ileri sürülmüş; mahkeme ve sayın çoğunluk tarafından da bu şekilde elde edilen delilin değerlendirilebileceği kabul edilmiştir.” T.C. YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ E. 2012/21108 K. 2013/21067 T. 17.9.2013

Fakat Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, yukarıdaki görüşünü değiştiren şu kararı benimsemiştir:

“Mahkemece davalı-karşı davacı kadının daha fazla kusurlu olduğu kabul edilerek her iki boşanma davasının kabulüne karar verilmişse de yapılan yargılama ve toplanan delillerden; davacı-karşı davalı erkeğin dava dilekçesiyle dosyaya sunduğu ses kaydının hukuka aykırı delil olduğu bu sebeple hükme esas alınamayacağı ancak dosya içindeki diğer delillere göre davalı-karşı davacı kadının eylemlerinin güven sarsıcı davranış boyutunda olduğu, davacı-karşı davalı erkeğin ise eşine birden fazla şiddet uyguladığı, ağabeyinin davalı-karşı davacı kadına şiddet uyguladığı ve bu şekilde ailesinin müdahalesine sessiz kaldığı anlaşılmaktadır.” T.C.YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas Numarası: 2015/26667 Karar Numarası: 2017/4686 Karar Tarihi: 24.04.2017

“Mahkemece davacı-karşı davalı kadın tarafından sunulan ses kaydı kusur belirlemesinde dikkate alınmış ise de, ses kaydının hukuka aykırı olarak elde edilmesi sebebiyle hükme esas alınması mümkün değildir.” YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas Numarası: 2016/34 Karar Numarası: 2017/6403 Karar Tarihi: 29.05.2017

“yapılan yargılama ve toplanan delillerden davacı-davalı kadına mahkemece kusur olarak yüklenen davalı eşi için “Allah hastalık olarak çıkarttırıyor….’dan biliyor musun” şeklindeki sözlerin, erkek tarafından oluşturulan ses kaydına ilişkin cd çözüm tutanağında yer aldığı anlaşılmaktadır. Hukuka aykırı nitelikteki bu delil kusur belirlemesinde dikkate alınamaz ve kadına kusur olarak yüklenemez.” YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas Numarası: 2015/21364 Karar Numarası: 2016/15003 Karar Tarihi: 21.11.2016

“Davalı kadına mahkemece yüklenen eşine, eşinin annesine ve kayınbiraderine yönelik hakaret eylemleri erkek tarafından oluşturulan ses kaydına ilişkin cd çözüm tutanağında yer almaktadır. Hukuka aykırı nitelikteki bu delil dikkate alınamaz.” YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas Numarası: 2015/19097 Karar Numarası: 2016/12155 Karar Tarihi: 22.06.2016

Boşanma Davasında Mesaj İçeriği Tespit Edilebilir Mi?

Boşanma davası süresince taraf vekilleri olarak en çok duyulan soruların başında ‘’mesaj içeriğinin tespit ettirilip ettirilemeyeceği’’ gelir. Ceza Muhakemesi Kanununun 135. Maddesi hangi koşullarda mesaj içeriğinin kayıt altına alınabileceği hususunu düzenlemiştir. Bu madde gereğince, mesaj içeriğinin tespit edilebilmesi için öncelikle yapılan bir ceza soruşturma veya kovuşturmasında bir suç işlendiğine dair kuvvetli şüphe olmalıdır. Kuvvetli şüphenin varlığı tek başına yeterli değildir. Bunun yanı sıra yetkili merciin kararı gerekmektedir. Ancak bu şartlarda mesaj içeriğinin tespiti mümkündür.

Boşanma davalarında ise mesaj içeriğinin tespiti Aile Mahkemesinden istenemez. Aile Mahkemesi sadece ilgili operatörden isteyeceği bilgilerle mesaj atıldığı saati, numarayı, günü öğrenebilecektir. Ancak tarafların atmış oldukları mesaj, telefonlarının bünyesinde halen durmakta ise bu durumda var olan telefondan mesajın içeriği çıkartılabilecektir.

Ceza Yargılamasında Gizlice Elde Edilen Ses Kaydının Delil Olarak Kabul Edilmesi

Ortamda karşı tarafın bilgisi olmaksızın alınan ses kaydının delil olarak değerlendirildiği ikinci istisna ise ceza hukukunda mevcuttur. Bu istisnai durum da yine Yargıtay içtihatları ile oluşturulmuştur.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu vermiş olduğu kararında, “Kişinin kendisine karşı işlenmekte olan bir suçla ilgili olarak, bir daha kanıt elde etme imkânın bulunmadığı ve yetkili makamlara başvurma imkânın olmadığı ani gelişen durumlarda, karşı tarafla yaptığı konuşmaları kayda alması halinin hukuka uygun olduğunun kabulü zorunludur. Aksi takdirde kanıtların kaybolması ve bir daha elde edilememesi söz konusudur” değerlendirmesi yapmış ve istisnai bir düzenlemenin altını çizmiştir.

Yargıtay uygulamaları ile gerek ceza yargılaması gerekse hukuk yargılamasında hukuka aykırı delil kavramına istisnalar getirilmiş, ayrıksı durumlar yaratılmıştır.

Evi Terk Edip Boşanma Davası Açmak

Kadının Evi Terk Etmesi

evi terk etmek boşanma sebebi midir, evi terk etmek boşanma, terk eden eşin boşanma davası açması, evi terk edip boşanma davası açmak, evi terk edip boşanma, eşim evi terk etti boşanma davası, karım evi terk etti boşanma davası, boşanma evi terk ettim

 

EVİ TERK ETMEK BOŞANMA SEBEBİ MİDİR?

Eşler oturacakları konutu birlikte seçerler. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 164. maddesine göre eşlerden biri, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk ettiği veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmediği takdirde ayrılık, en az altı ay sürmüş ve bu durum devam etmekte ve istem üzerine hâkim veya noter tarafından yapılan ihtar sonuçsuz kalmış ise; terk edilen eş, boşanma davası açabilir.

Buna göre,

  • eşin, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek için evi terk etmiş olması ya da haklı sebep olmamasına karşın ortak konuta dönmemesi,
  • bu terk edişin en az 6 ay sürmüş olması halinde
  • ve terk eden eşin eve dönmesi için ihtar yapılmasına rağmen eş eve dönmemişse terk nedeniyle boşanma davası açılabilir.

Yani, ancak yukarıdaki şartların varlığı halinde evi terk etmek bir boşanma sebebi olarak kabul edilmiştir.

TERK EDEN EŞİN BOŞANMA DAVASI AÇMASI

Yukarıda belirtilen teknik konunun dışında, eşin evden ayrılışı da terk olarak ifade edilmektedir. Ancak hukuken terk, sadece yukarıda belirttiğim 164. madde çerçevesinde söz konusu olabilir. Bunun dışındaki evden ayrılmalar “terk” olarak tanımlanmazlar.

Ancak müşterek konuttan ayrılıp başka bir yere yerleşen eşin dava açtığı oldukça sıkça rastlanan bir durumdur.

Bu aslında kanuni bir durumdur. Çünkü boşanma davasının açılması ile eşler ayrı yerde yaşama hakkına kavuşurlar.Yine Medeni Kanun’un 197.maddesine göre de; eşlerden biri, ortak hayat sebebiyle kişiliği, ekonomik güvenliği veya ailenin huzuru ciddi biçimde tehlikeye düştüğü sürece ayrı yaşama hakkına sahiptir.

Bu nedenle boşanma davası açacak eşin evden ayrılmasında sakınca yoktur.

Öte yandan diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır

Boşanma Davasında Yetkili Mahkeme

Boşanma Davasında Yetkili Mahkeme

boşanmada yetkili mahkeme, boşanma davası nerede açılır, boşanma davasında yetkili mahkeme yargıtay kararı, boşanma davasında yetkili mahkeme neresidir, boşanma davasında yetkili mahkeme 2022, boşanma davası yetkili mahkeme hmk, boşanma davası yetkili mahkeme 2022, boşanma davasında görevli mahkeme, anlaşmalı boşanma davasında yetkili mahkeme, boşanma davasında yetkili yer mahkemesi, boşanma davasında yetkili ve görevli mahkeme

Boşanma Davası Nerede Açılır?

Boşanma davasında yetkili mahkeme diğer davaların aksine 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda özel olarak düzenlenmiştir.

Madde 168- Boşanma veya ayrılık davalarında yetkili mahkeme, eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesidir.

Oysa HMK’nın 9. maddesinde düzenlenen genel kurala göre her dava açıldığı tarihte davalının yerleşim yeri olan yer mahkemesinde açılır.

HMk’da yer alan bu genel kurala rağmen Türk Medeni Kanunu, boşanma davalarına özel olarak ayrı bir düzenleme öngörmüştür.

Türk Medeni Kanunu, boşanma veya ayrılık davasının açılmasını çeşitli nedenlerle kolaylaştırmak istemiş ve bu nedenle genel kuraldan ayrılarak 3 ayrı yer mahkemesinde davanın açılabilmesini mümkün kılmıştır.

Görev ve yetki itirazı aynı anda ileri sürülürse öncelikle mahkemenin görev konusu çözümlenir. Bu problem çözüldükten sonra mahkemenin yetkili olup olmadığı konusu incelenecektir.

Davacı eş, boşanma davasını kendi yerleşim yeri mahkemesinde veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesinde açabilir. Bu hüküm dava açmak isteyen eşe kolaylık sağlamak amacı güder.

Uygulamada sıkça rastlanıldığı üzere, dava açmak isteyen eş (genellikle kadın) eşinin iş, çalışma nedeniyle bulunduğu şehirden ayrılarak kendisine bu süreç içerisinde maddi ve manevi destek sağlayacağını umduğu ailesinin yanına dönmektedir. Bu aile şehrinde boşanma davasının açılması imkanı bulunmaktadır.

Davacı eşin kendi yararına konulmuş olan yukarıda belirtilen kurala rağmen diğer eşin yerleşim yeri mahkemesinde de dava açması olanaklıdır.

İkametgah ise, yerleşmek niyetiyle oturulan yer olarak tanımlansa da boşanma davaları açısından daha esnek olarak uygulanmaktadır. Nüfusta kayıtlı olunan yer kural olarak yerleşim yeridir. Ancak bu bir karinedir ve karinelerin aksi her türlü kanıtla ispat olunabilir. Yerleşmek niyeti konusunda tanık da dinlenebilir.

Ayrı ev açma olanağı bulunmayan kadının yerleşim yeri baba evinin bulunduğu yer kabul edilir. Hayatın olağan akışı gereğince sığınabileceği ve yerleşebileceği tek yerin baba evi olduğu, ayrı ev açıp orada hayatını idame ettirmesi mevcut şartlarda mümkün bulunmayan kadının sürekli kalma niyeti ile baba evine gittiğinin ve hayatını burada devam ettireceğinin kabulünde zorunluluk bulunduğu Hukuk Genel Kurulu tarafından benimsenmiştir.

Boşanma Davasında Yetkili Mahkeme Yargıtay Kararı

“Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle dava, Medeni Kanunun 1341. maddesinden kaynaklanan boşanma istemine ilişkin olarak Elazığ Asliye 2.Hukuk Mahkemesinde açılmıştır.
Davalı, süresinde nüfusa kayıtlı oldukları yerin Mazgirt, ve son altı ay süre ile oturdukları yerin ise Hozat ilçesi olduğunu belirterek yetki itirazında bulunmuştur.

Hemen belirtmek gerekir ki; bir davanın görülmesinden birden fazla yer mahkemesinin yasa gereği yetkili bulunması halinde seçim hakkının davacıya ait bulunduğu duraksamaya yer bırakmayacak kadar açık bir keyfiyettir. Nitekim Hukuk Genel Kurulu’nun 22.9.1976 gün ve 19572554, 27.5.1987 gün 5061103 sayılı kararlarında da aynı ilke benimsenmiş olduğuna göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.”

“Dava 05.12.2011 tarihinde açılmış olup, dosya içerisinde bulunan 06.12.2011 tarihli nüfus kaydında davacının yerleşim yerinin Adana olduğu görülmektedir. 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 50/2. ve bu Kanuna dayanılarak çıkartılan 15.8.2007 tarihinde yürürlüğe konulmuş bulunan Adres Kayıt Sistemi Yönetmeliğinin 13/1. maddesi gereğince yerleşim yeri adreslerinin tutulmasında kişilerin yazılı beyanı esas alınır. Adres beyan formundaki bildirimler aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir. Davalı bunun aksini ispatlayamamıştır.
O halde yetkisizlik itirazının reddiyle işin esasının incelenmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.”

“Nüfus yasasının 4. maddesi herkesin yasal ikametgahının bulunduğu yerde nüfusa kayıt edilmesini ön görerek doğum kaydının bulunduğu yerin aynı zamanda yasal ikametgah olduğu konusunda yasal karine koymuştur. Davalının bu kurallara uygun olarak, yetki seçimlik hakkı davacıya ait olmak üzere, birden fazla yetkili mahkemenin bulunduğunu belirtmesi de mümkündür.”

“Yetki itirazının da cevap süresi içersinde ileri sürülmesi de zorunludur. (HUMK.md.187, 195) Dava dilekçesi davalıya 11.03.2003’te tebliği edilmiş, yetki itirazını ihtiva eden 21.03.2003 günlü cevap lahiyası, dilekçenin verildiği Şişli Hakimliğince havale kaydı konulmadan 31.03.2003’te Isparta’ya intikal etmiştir. Mahkemece öncelikle yetki itirazının süresinde yapılıp yapılmadığının araştırılması süresinde yapıldığının belirlenmesi halinde yetki itirazının hadise şeklinde incelemesi (HUMK. md. 222 – 225) tarafların delilleri toplanıp, birlikte değerlendirilmesi ve sonucu uyarınca karar verilmesi gerekir.”

Boşanma Davasını Hangi Mahkemede Açmak Daha Avantajlı Olur?

Boşanma davaları uzmanlık isteyen davalardır. Bu sadece avukatlar yönünden değil hakimler yönünden de böyledir.

Ülkemizde hakimler arasında sınıf (derece) farklılığı bulunmaktadır. En üst dereceye yükselmiş hakimler, bulundukları şehirde ve atandıkları mahkemede daha fazla kalabiliyorlar. Örneğin Ankara adliyesindeki bir çok hakim 10 yıldan daha uzun bir süredir aile mahkemesinde görev yapıyor.

Hakimin daha uzun süredir aile mahkemesinde görev alması hem dezavantaj hem de avantaj olabiliyor: Boşanma davaları, diğer davalardan çok daha farklı usullere tabi olduğu için tanıklarının dinlenmesi, delillerinin incelenmesi, tarafların talepleri de diğer davalardan oldukça farklı.

Örneğin nasıl bir icra takipleriyle ilgilenen avukat ya da ticari davalarla ilgilenen bir avukat boşanma davasından anlamıyor ve yetersiz kalıyorsa aile mahkemesine yeni atanan bir hakim de yapılacak işler, değerlendirilecek deliller yönünden yetersiz kalabiliyor.

Daha az iş yükünün olduğu bir yerde dava açmak davanın süresi yönünden bir avantajmış gibi görünse de hakimin dosyayı ele alışı, nafaka, velayet ve kusur yönünden itirazları cevaplandırması yönünden dezavantaja dönüşebiliyor.

Bu nedenle, uzman aile mahkemelerinin bulunduğu yerlerde görülen davalardan daha adaletli kararlar çıkabiliyor.

10 Soruda Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru

anayasa mahkemesine bireysel başvuru, anayasa mahkemesine bireysel başvuru harcı, anayasa mahkemesine bireysel başvuru süresi, anayasa mahkemesine bireysel başvuru dilekçesi, anayasa mahkemesine bireysel başvuru dilekçesi örneği, anayasa mahkemesine bireysel başvuru kanunu, anayasa mahkemesine bireysel başvuru nasıl yapılır, anayasa mahkemesine bireysel başvuru formu, anayasa mahkemesine bireysel başvuru hakkı ne zaman başlıyor, anayasa mahkemesine bireysel başvuru hakkı aihm, bireysel başvuru hakkı nedir,

Okumaya devam et 10 Soruda Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru

Boşanmada Şirket Hisseleri Nasıl Paylaşılır?

BOŞANMADA EŞE AİT ŞİRKETİN PAYLAŞILMASI

boşanmada şirket üzerine alınan mallar, limited şirket mal paylaşımı, boşanma davasında şirket hissesine tedbir, boşanmada şirket üzerine alınan mallar, boşanmada şirket paylaşımı, limited şirket boşanma, anonim şirket boşanma, şahıs şirketi boşanma, boşanmada mal paylaşımı şirket hissesi, boşanma şirket, evlenmeden önce kurulan şirket, boşanmada işyeri paylaşımı, limited şirket boşanma


Boşanma davasının açılması ile ana davada eşlerin boşanma, nafaka, velayet ve tazminat talepleri ile birlikte; düğünde takılan altınlar için kişisel eşyanın iadesi ve evlilik içinde edinilen mallar için mal rejiminin tasfiyesi (katkı-katılma alacağı) davası açılabilir.

Eşlerin edinilmiş mallara katılma rejiminden dolayı oluşan katılma alacakları genellikle ev, işyeri, tarla, arsa gibi gayrimenkuller, otomobiller, BİST’te yer alan şirketlerin hisse senetleri, kripto varlıklar ile birlikte ortaklıkları bulunan anonim- limited şirketlerin hisselerinden oluşur.

Bilinenin aksine, evlenmeden önce sahip olunan gayrimenkullerin kira getirilerinde olduğu gibi, evlilikten önce kurulan şirketlerin getirilerinde de diğer eşin hakkı bulunmaktadır.

Şirket değerlemesinin genel olarak ülkemizde çok fazla bilinmediği, borsaya açık şirketlerin dahi değerlemelerinin zorlukla yapıldığını gözlemlemekteyim.

Bununla birlikte bir eşin hissedar olduğu şirket nedeniyle diğerinin katkı (değer artış payı) ve katılma alacağı (artık değere katılma alacağı) ayrı ayrı ele alınmalıdır:

a. Değer Artış Payı Alacağının Hesaplanması:

Bir eş, diğerinin bir şirketin kuruluşunda ya da sonrasında hisse sahibi olması için katkıda bulunmuş olabilir. Örneğin düğün altınları bozdurularak kurulan bir işletme buna örnektir. Düğün altınları kadının kişisel malıdır; bozdurularak eşe verildiğinde kadın, kişisel malı ile kocasının kurduğu şirkete katkıda bulunmuş olur. Ya da dava dosyalarında karşıma çıkan şekliyle, kadın kök ailesinden destek alıp işyeri kurmak üzere kocasına vermiştir; bu borç ile kurulan şirket zaman içinde büyümüş ancak borç hiçbir zaman ödenmemiştir. Örnekler çoğaltılabilir.

Bu durumda eşin değer artış payı şöyle hesaplanır:

  • Şirketin kurulduğu tarihteki değeri bulunur; katkıda bulunan eşin katkısının şirkete oranı hesaplanır.

Örneğin şirket 10 TL’ye kurulmuş, katkıda bulunan eş bunun 5 TL’sini karşılamıştır. Boşanma dava tarihinde şirketin değeri 500 TL’ye ulaşmışsa, katkıda bulunan eşin alacağı 250,00 TL’dir.

Değer artış payı alacağının hesaplanmasında, ayrıca katkı yapılan malvarlığının gelirlerindeki alacak talep edilmez. Değer artış payı alacağı ile artık değere katılma alacağının hesaplanmasında bu noktada farklılık bulunmaktadır.

 

Edinilmiş mallara katılma rejimi hangi durumlarda sona erer?

Eşler arasındaki kanuni mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimi;

  • eşlerden birinin ölümü,
  • eşlerin başka bir mal rejimini kabul etmeleri,
  • mahkemece evliliğin iptaline, boşanmaya ya da mal ayrılığına karar verilmesi hallerinde sona erer.

Mal rejimi, iptale, boşanmaya, mal ayrılığına karar verildiği durumlarda dava tarihinden itibaren (TMK 225/2) ölüm ve başka mal rejimine geçme hallerinde ise bu tarihten itibaren sona erecektir.

Boşanmada şirket hisselerinden doğan hak ve alacaklar nelerdir?

Edinilmiş mallara katılma rejimi 1.1.2002’den itibaren, eşlerin evli kaldıkları süre içinde geçerli olan kanuni mal rejimidir. Eşlerin evlilikten önce kurmuş oldukları şirketler ile bu dönemden sonra yaptıkları ortaklıkların edinilmiş mallara katılma rejimi açısından tespiti ve alacak hakkının hesaplanması, bu yazımızın konusunu oluşturmaktadır.

Bu bakımdan eşlerin pay sahibi oldukları şirketlerde:

  • dağıtılan kar payları,
  • dağıtılmayaraj şirket bünyesinde tutulan kar ve yedek akçeler,
  • bedelli ve bedelsiz sermaye artırımlarından alınan yeni hisseler,
  • şirketin finansal tablolarına yansımayan gizli karlar incelenmelidir.

Türk Medeni Kanunu’nun 218. maddesine göre, evlilik devam ederken bir eşin bedelini ödeyerek veya çalışarak kazandığı tüm mallar üzerinde diğer eş %50 oranında alacak hakkına sahip olmaktadır. Özellikle eşlerin çalışmasının karşılığı olan edinimler TMK 219’a göre, edinilmiş mal sayılmaktadır.

Eşlerden her birinin evlenme tarihinden önce sahip olduğu şirket ortaklıkları ise kişisel mal olarak sayılmaktadır. Ancak eşlerin kişisel mal sayılan şirket ortaklıkları ile bunların edinilmiş mal sayılan gelirleri (TMK 219 b4) uygulamada önem taşımaktadır.

Boşanma davaları iki adımlıdır: İlk adımda evlilik birliğinin sona erip ermeyeceğine karar verilen boşanma davası ile ikinci adımda eşlerin evlilik birliği içinde edinmiş oldukları mal varlığının paylaşılması davası.

İlk adımda eşler anlaşmalı olarak boşanmayı kararlaştırmış olabilir, buna karşın anlaşmalı boşanmada da eşler mal varlığının paylaşılmasını sonraya bırakabilirler. Yine çekişmeli olarak – eşlerin kusurun kimde olduğuna, nafakaya yahut velayete ilişkin konularda anlaşamadıkları durumlarda- açılan boşanma davasının açılma tarihine bağlı olarak mal rejiminin sona erdiğinden ve tasfiyesinden bahsederiz.

Bu noktada, gayrimenkullerin, otomobillerin paylaşılması nisbeten kolaydır. Ancak, eşlerden birinin ortak olduğu limited yahut anonim şirketler ile özellikle şahıs şirketlerinde iş daha karmaşık bir hal almaktadır.

Şirketin Değeri Nasıl Belirlenir?

Boşanmada şirket hisseleri boşanma davasının taraflarının birinin ortağı, hissedarı olduğu anonim veya limited bir şirket varsa gündeme gelebilmektedir.

Bir şirketin değeri,

      • mal rejiminin sona erdiği andaki durumu;
      • o tarihteki ekonominin genel gidişatı,
      • şirketin faaliyet gösterdiği sektörün konumu,
      • şirketin büyüklüğü ve büyüme hızı,
      • tasfiyeye konu şirketin bilanço değerleri,
      • şirketin kullandığı teknoloji, makina ve tesisatın durumu ile araştırma geliştirme faaliyetleri (ARGE),
      • şirketin ürettiği hizmet ve ürünleri pazarlama ile rekabet gücü,
      • şirketin müşteri portföyü, organizasyonu ile yönetim kadrosu büyüme potansiyeli,
      • şirketin değerlendirme anındaki satışlarına, kazançlarına, siparişlerine, nakit akışlarına ve finansal durumuna göre geleceğe ilişkin tahminler, kar dağıtım politikası, gelecekte planlanan sabit kıymet yatırımları, stratejisi, ekonominin genel arz ve talep kuralları göz önünde bulundurularak belirlenir.

Boşanmada şirket hisseleri de diğer mal varlıklarının tabi olduğu paylaşım kurallarına tabidir. Ancak şirketlerin, insanlara benzer şekilde ehliyet sahibi olmaları, bir tüzel kişiliklerinin bulunması nedeniyle durum biraz daha karışıktır. Örneğin 100 bin TL’ye satın almış olduğunuz bir otomobil bir başka otomobili satın alamaz, yanında işçi çalıştıramaz; ancak aynı bedel karşılığında satın aldığınız bir şirket hissesi sizi vergisel borca sokabilir, yıllık temettü sağlayabilir ve bir çok yükümlülük altına sokabilir.

Şirket Hisseleri Kişisel Mal mıdır?

Boşanmada şirket hisseleri konusunda, şirketin kuruluş tarihinin eşlerin evlilik tarihinden önce olup olmadığı, evlilik tarihinden sonra ise bu şirket hisselerinin nasıl edinildiği, şirketin defterlerinin düzenli tutulup tutulmadığı, şirketin kazancını ortaklara dağıtıp dağıtmadığı ya da sermayeye katıp katmadığı tespit edilmelidir. Genellikle şirket hissedarlarının şirketin kasasını kendi kasaları gibi görerek ana sözleşmede yazılı kuralların dışına çıkarak gelirleri bölüştükleri gözlemlenmektedir. Bu durumların tespiti için müşavir kişilerden yararlanılarak şirketin ortaklardan olan alacakları, ne kadarlık bir kazancın ortaklara aktarıldığı bulunmalıdır.

Şirket hisselerinin bedelinin evlilik öncesinde ödenmiş olması halinde eşin kişisel malı olarak kabul edileceği kuşkusuzdur. Ancak, kira getiren gayrimenkullerde olduğu gibi, şirket gelirlerinin evlilik birliği dönemi içerisinde gerçekleşenler, edinilmiş mal olarak kabul edilerek paylaşıma tabi tutulacaktır. Şirket hisselerinin bedelinin evlilik içinde ödenmiş olması halinde ise genel kural bu hisselerin değerlerinin edinilmiş mal olmasıdır. Bu, aksi ispat edilmesi mümkün bir genel kuraldır.

“Aksine sözleşme yapılmamışsa, kişisel mal sayılan şirketten

elde edilen gelirler edinilmiş mal olarak kabul edilir ve paylaşıma tabidir.”

Boşanmada şirket hisseleri boşanma davasının açılmasından sonra yahut eşler arasındaki kanuni mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimin sona ererek mal ayrılığı rejimine geçilmesi ile dava edilebilir hale gelecektir.

Bu takdirde boşanma davasının açılmasından hemen sonra, şirket hisselerinin değerinin tespit ettirilmesi ve tasfiye amaçlı dava açılması mümkün olacaktır. Yine bu dava ile şirket hisselerinin değil, tespit edilen değerinin dava konusu edileceğini de hatırlatalım.

Boşanmada şirket hisseleri için dava yine aile mahkemesinde açılır.

Boşanma davalarında eşlerden birine ait şirket hissesi olabilir. Bu şirket hissesinin değerinin nasıl hesaplanacağı, bu değer üzerinde diğer eşin katılma alacağı hakkı olup olmadığı, var ise bu hakkının nasıl hesaplanacağı hukukçular arasında da Kanunun yürürlüğe girmesinden bu yana tartışma konusu olmuştur.

Eşlerin kişisel malları Kanunda sınırlı sayım şeklinde gösterilmiş (TMK.m.220), edinilmiş mallar ise örnekleyici olarak (TMK.m.219) gösterilmiştir. Bunun sonucu olarak bir eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal kabul edilmiştir ( edinilmiş mal karinesi, TMK.m.222/son).

Eşlerden biri, bir malın kişisel malı olduğunu kanıtlayamadığı durumda bu mal edinilmiş mal olarak kabul edilir. Bir malın edinilmiş değil, kişisel mal olduğu iddiası tanıkla da ispat edilebilir; ancak bu tanık ifadesi çoğunlukla tek başına yeterli olmaz, bu iddianın danışıktan (muvazaa) uzak ve belgeye dayalı olması da aranır.

Şirket hissesinin değerinin belirlenmesinde tasfiye tarihi olan boşanma dava tarihi itibariyle davaya konu edilen şirket sanki tasfiye ediliyormuş gibi varsayımsal tasfiye yapılarak eşin hisse değerinin belirlenmesi ve bunun edinilmiş mal kabul edilip üzerinden artık değer alacağının hesaplanması gerekir.

Bunun için yeniden gerektiğinde şirketin duran ve dönen varlıklarını ve demirbaşlarını değerini de belirleyecek uzmanların da katıldığı ayrıca mali müşavir ve hukukçudan oluşan bir değer hesap bilirkişisi incelemesi ve incelemenin de net aktif değeri yöntemine göre yapılır.

Ancak şirket değerinin belirlenmesinde şu husus da önemlidir:

Ticaret Şirketlerinin faaliyetleri sonucu şirket hisselerinin zaman içerisinde piyasa değerlerinin artması mümkündür.

Şirketin yarattığı endüstriyel kazançların oluşmasında, şirketi sevk ve idare eden ortağın kişisel çalışması rol oynadığı kadar, ayrı bir tüzel kişiliği olan şirketin organizasyonunun da payı vardır. Bu nedenle kural olarak ortağın hissesine düşen endüstriyel kazancının tamamının ortağın çalışması karşılığı olduğu benimsenemez. Ne var ki, eğer ortak şirketin bütün hisselerine sahip olmamakla birlikte şirketi önemli ölçüde sevk ve idare ediyorsa yaratılan kazancın ortağın hissesine düşen bölümünün tamamının kazanç karşılığı olduğunun kabulü gerekir.

Diğer yandan şirket hisse değerlerindeki artışın endüstriyel değil konjonktürel olması da mümkündür. Bu durumun da bilirkişi tarafından tespiti önemlidir zira, bir artış olduğunun belirlenmesi eşin kişisel çabası karşılığı normal değer artışını aşan bir artışın mevcudiyeti durumunda, bunun eşin kişisel çabası ile oluştuğu kabul edilerek ancak bu miktar içerisinden katılma alacağı talep edebileceği gözetilerek diğer eşin kazanılmış hakları göz önünde bulundurularak bir karar verilecektir. (2)

Şirketin duran ve dönen ve bu şekilde aktifleri teşkil eden miktardan borçların çıkarılarak defter değerinin bulunması, bunların içinden başlangıçtaki durumuna göre tasfiye tarihindeki durumu değişen maddi duran varlıklar ve mali duran varlıkların başlangıçtaki defter değerlerinin çıkartılıp yerine söz konusu kıymetlerin tasfiye tarihi itibariyle piyasa değerleri ilave edilmelidir. (1)

Katılma alacağı için diğer eşe ait bir artık değerin mevcudiyeti gerekir. Bunun sonucu olarak pasifler (borçlar) aktifden büyük ya da eşitse; artık değer dolayısıyla katılma alacağı da söz konusu olmayacaktır. Bunun somut davaya uygularsak davalının şirket hissesi artık değer taşıyabileceği gibi; zarar ve borca batıklık sebebi ile, hisse “çöp hisse” niteliğinde de olabilir. Pasifleri aktifinden fazla bir şirketten dolayı, hissedarın hissesi için katılma alacağı çıkma

(1) YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas Numarası: 2014/7341 Karar Numarası: 2015/17019 Karar Tarihi: 30.09.2015

(2) YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas Numarası: 2015/16149 Karar Numarası: 2015/19750 Karar Tarihi: 05.11.2015


Bu yazılarımızı okumanızda da fayda var:

Doğumgünü hediyesi araç kişisel maldır

Doğum günü hediyesi olarak alınan araç eşin kişisel malıdır ve bu araçtan dolayı tasfiye alacağı istenemez.

Davacı-birleşen dosya davalıları … ve … vekili, müteveffa … ile davalının 2001 yılında evlendiklerini, eşlerden …’in 2007 yılında öldüğünü, evlilik birliği içerisinde sahip olunan mal varlığının müteveffanın kişisel malları ile alınarak davalı adına tescil edildiğini açıklayarak, taşınmazlar ve araç kayıtlarının iptaliyle vekil edenleri adına tesciline, olmadığı takdirde mal rejiminin tasfiyesi ile miras payları oranında alacağın yasal faiziyle birlikte davalıdan alınmasına karar verilmesini istemiş, birleşen davanın reddini savunmuştur.
Davalı-birleşen dosya davacısı … vekili, asıl davanın yersiz açılması nedeniyle reddine karar verilmesini savunmuş, birleşen dava dilekçesinde evlilik birliği içerisinde edinilen banka hesapları, araç ve diğer malvarlığının tasfiyesi ile 1/2 oranındaki tasfiye alacağının birleşen davalılardan alınmasına karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, asıl davada taşınmaz ve araç kaydının iptaline yönelik talebin reddine, asıl dava ve birleşen davanın kabulü ile taleple bağlı olarak 10.000 TL artık değere katılma alacağının dava tarihinden geçerli yasal faiziyle birlikte davalıdan, yine taleple bağlı olarak 10.000 TL. artık değere katılma alacağının dava tarihinden geçerli yasal faiziyle birlikte birleşen davalılardan alınmasına karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı-birleşen davalılar vekili ile davalı-birleşen davacı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hâkime aittir (6100 s.lı HMK 33 m).İddianın ileri sürülüş şekline göre asıl dava; ölüme bağlı mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde artık değere katılma alacağı, birleşen dava; aynı nedene dayalı taşınmaz, araç ve ev eşyalarından kaynaklanan alacak isteğine ilişkindir.
Müteveffa … ile davalı 29.12.2001 tarihinde evlenmişler, taraflar arasındaki mal rejimini, eşlerden …’in 20.05.2007 tarihinde ölmesi üzerine sona ermiştir. Dava konusu … ada … parsel üzerindeki 9 nolu bağımsız bölüm,08.07.2004 tarihinde,…ada … parsel üzerindeki 5 nolu bağımsız bölüm,26.11.2002 tarihinde, … plakalı araç,11.02.2002 tarihinde satın alınarak davalı … adına tescil edilmiş, … isimli yat ise;26.07.2006 tarihinde satın alınarak müteveffa … adına tescil edilmiştir.
1-Dosya kapsamına, dava evrakı ile yargılama tutanakları içeriğine, mahkemece deliller değerlendirilerek karar verildiğine ve takdirde de bir isabetsizlik bulunmadığına, 07.10.1953 gün 8/7 YİBK, uyarınca tasfiye alacaklıları ayrık durumlar hariç ayni hak isteğinde bulunamayacağına, dava konusu aracın doğum günü hediyesi olarak davalı eşe verilmesi nedeniyle davalının kişisel malı niteliğinde olan araçtan dolayı tasfiye alacağı istenemeyeceğine, dava konusu yat ve müşterek ev eşyaları yönünden birleşen davacının tasfiye alacakları usulüne uygun olarak belirlendiğine, mahkemece taleple bağlı olarak yazılı şekilde karar verildiğine göre, taraf vekillerinin aşağıdaki bentlerde gösterilen nedenler dışındaki sair temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2-Davacı-birleşen davalılar vekili ile davalı-birleşen davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince; mahkemece taşınmazların davalı …’ın kişisel malı olduğu görüşünden hareketle davanın reddine karar verilmiş ise de verilen karar dosya kapsamına ve toplanan delillere uygun düşmemektedir.
Dava konusu 5 nolu bağımsız bölüm, 26.11.2002 tarihinde … İnşaat Şirketi’nden satın alınarak davalı … adına tescil edilmiştir. … İnşaat ile davalı … arasında düzenlenen 19.11.2002 tarihli daire teslim protokolünde satış bedelinin Hatice Tual’dan tahsil edildiği açıklanmış, 06.11.2002 ve 13.11.2002 tarihli toplam 35.000 $ bedelli alındı makbuzları tanzim edilmiş, daire teslim protokolünün düzenlendiği 19.11.2002 tarihinde tarafların Akbank’taki müşterek hesabından 295.000 $ çekilmiştir. Dava konusu taşınmazlardan 9 nolu bağımsız bölüm ise; 08.07.2004 tarihinde satın alınarak davalı adına tescil edilmiş, aynı tarihte banka hesabından müteveffa tarafından 170.000 TL çekilmiştir. Taşınmazların satın alınma tarihleri, daire teslim protokol tarihi, alındı makbuzları ile hesaplardan para çekilme tarihleri aynı ya da yakın günlere isabet etmektedir. Davacılar vekili,söz konusu taşınmazın müşterek hesaptan çekilen parayla satın alındığını, müteveffanın tasfiye alacağı olmadığını ileri sürerek istekte bulunmuştur. Taşınmaz satış protokolünün düzenlendiği tarih ile banka hesabından paranın çekildiği tarihlerin aynı güne denk gelmesi dikkate alındığında mahkemece bu taşınmazın davalının kişisel malı olduğu ve tasfiyeye tabi tutulamayacağı yönündeki görüşüne katılma olanağı bulunmamaktadır.
Bundan ayrı, Mersin’de bulunan 24 ada 4 parsel üzerindeki 6 nolu bağımsız bölüm, davalı adına tapuda kayıtlı olup, davalının kişisel malı niteliğinde ise de, davacılar taşınmazın kiraya verilmek suretiyle gelir elde ettiği ve kira geliri üzerinde tasfiye alacağı bulunduğunu bildirerek istekte bulunulmuştur. TMK’nun 219/4.madde uyarınca; kişisel malların gelirleri edinilmiş mal niteliğinde olup tasfiyeye tabidir. Mahkemece kira gelirleri yönünden açılan davanın kişisel mal olduğu gerekçesiyle talebin reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.
Banka hesaplarına ilişkin temyiz itirazlarına gelince; hesap bilirkişisi tarafından, banka hesaplarındaki yoğun hareketler nedeniyle denkleştirme ve hesaplar arasındaki kaymaların tespit edilememesi nedeniyle tasfiye anındaki mevcut bakiyeler esas alınarak yazılı şekilde karar verilmiştir. Düzenlenen bilirkişi raporu yetersiz olduğu gibi banka
-//-
hesaplarının tam olarak incelenemediği bilirkişi raporunda da açıkça belirtilmiştir. O halde, mahkemece banka hesaplarının açılış tarihleri, hesap hareketleri üzerinde uzman bilirkişiler aracılığı ile inceleme yapılarak, hangi Hesapların tasfiyeye tabi olduğu, birleşen davacının tasfiye alacağının oluşacak sonuca göre belirlenmesi gerekirken eksik incelemeyle yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya uygun bulunmamaktadır.
Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan hususlar dikkate alınarak, taraf delillerinin eksiksiz olarak toplanması, dava konusu taşınmazlar ile davalının kişisel malı niteliğindeki 6 nolu bağımsız bölümün kira geliri üzerindeki davacıların tasfiye alacağının usulüne uygun olarak tespiti, banka hesaplarının açılış tarihleri ve hesap hareketleri gözönün de tutulması, hesaplar üzerinde 2 bankacı ve 1 hesap uzmanı bilirkişi aracılığıyla inceleme yapılarak, banka hesaplarının tasfiyeye tabi mal niteliğinde olup olmadığının tespiti ile ondan sonra esas hakkında bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırmayla yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2015/16133 E.  ,  2016/6077 K.

 

4 adımda veraset ve intikal işlemleri rehberi

Veraset İntikali Nasıl Yapılır?

Veraset intikali nasıl yapılır 2022?, Veraset intikali için neler gerekli?, Ölen kişinin tapu intikali nasıl yapılır?, Veraset intikal icin nereye Başvurulur?, 2022 tapu intikal ücreti ne kadar?, Tapuda intikal için tüm mirasçılar gerekli mı?, intikal ücreti ne kadar?


Miras, miras bırakan kişinin ölüm anından itibaren kül halinde mirasçılarına geçer. Miras bırakanın öldüğünün daha sonra tespit edilmiş olması, terekenin geçme zamanını değiştirmez.

Ancak mirasın intikali için bir takım yasal prosedürlerin takip edilmesi gerekmektedir. Bu prosedürler şu şekildedir:

1.Ölüm belgesinin alınması ve nüfus müdürlüklerince vefat edenin nüfustan düşülmesi

2.Mirasçılık belgesi (veraset ilamı) alınması

Mirasçılık belgesi Sulh Hukuk Mahkemeleri’nden dava yolu ile ya da noterliklerden alınabilmektedir. Noterliklerin yetkileri sınırlıdır. Bu nedenle bazı durumlarda Sulh Hukuk Mahkemelerine başvurmak zorunlu olmaktadır.

Veraset ilamını, mirasçılardan herhangi biri avukatına vereceği vekaletname ile çıkarttırabilir. Mirasçılık belgesi çıkarılması, her ne kadar dava olarak adlandırılsa da duruşmasız olarak yapılan bir işlemdir. Bu nedenle makul ücretlerle yapılmaktadır. Veraset ilamı çıkarttırmak için tıklayın

3. Veraset ve intikal vergisi için vergi dairesine başvuru

Ölümün bildirilmesi: 

Mirasçılık belgesinin alınmasından sonra, intikal edecek mal varlıklarının vergilerinin ödenmesi gerekir. Vergi dairesine gidilerek yapılacak ölüm bildiriminin ölüm tarihini takip eden 1 ay içerisinde yapılması zorunludur.

Vergi Usul Kanunu’nun 16. maddesi gereğince bu sürenin 3 ay daha uzatılması mümkün olabilir. Bu şekli ile ölüm tarihinden itibaren bildirimin 4 ay içinde yapılması gerekir.

Madde 16 – Vergi kanunlarında hüküm bulunmayan hallerde ölüm dolayısıyla mirasçılara geçen ödevlerin yerine getirilmesinde bildirme ve beyanname verme sürelerine üç ay eklenir.”

Vergi dairesine başvurunun yapılması, intikal için zorunlu bir aşamadır. Bu bildirim yapılmadan mirasçı adına intikal işlemleri yapılamamaktadır.

Bildirimin mirasçıların tümü tarafından yapılması gerekmez, mirasçılardan birinin bu bildirimi yapması yeterlidir.

Veraset intikal beyanın verilme süresi:

  • Vefat edenin kanuni ikametgahı Türkiye’de ve ölüm Türkiye’de gerçekleşmişse, yükümlülerin de Türkiye’de bulunmaları halinde : ölümü takip eden 4 ay içinde;
  • Vefat edenin kanuni ikametgahı Türkiye’de ve ölüm yabancı ülkede gerçekleşmişse, yükümlülerin vefat eden kişinin bulunduğu yerde olmaları halinde: ölümü takip eden 6 ay içinde;
  • Vefat edenin kanuni ikametgahı Türkiye’de ve ölüm yabancı ülkede gerçekleşmişse, yükümlülerin vefat eden kişinin bulunduğu yerin dışında başka bir yabancı ülkede olmaları halinde: ölümü takip eden 8 ay içinde;

Veraset intikal beyanının verilmesi için gereken belgeler:

  • Veraset ilamı
  • Gayrimenkul emlak beyanı (şahsın öldüğü yıla ait beyan olup gayrimenkulün bulunduğu belediyeden alınacaktır.)
  • Ölüm kağıdı gerekmektedir.

Bu evrakların vergi dairesine teslimi ile birlikte bir beyanname alınır. Bu alınan beyanname doldurularak vergi dairesine teslim edilir. Veraset yoluyla intikallerde beyanname her bir mirasçı tarafından ayrı ayrı verilebileceği gibi müştereken de verilebilir.

Veraset beyanında vefat eden kişiye ait tüm gayrimenkuller, menkuller, banka hesaplarındaki paralar, kiralık kasalar, motorlu araçlar, şirket hisseleri beyan edilir.

Beyannamenin verilmesinden sonra vergi dairesince bir dosya oluşturulur ve işlemler bu dosya üzerinden yürütülür. Beyanname içinde bildirilen mal varlığı dışında, vefat eden ile diğer tüm mirasçıların kimlik bilgileri ile adresleri yer alır.

Menkul mallar ile gemilerin ölüm tarihindeki normal alım-satım değerleri ile beyan edilmesi gerekir.

Veraset yolu ile intikal eden hisse senetlerinden borsaya kayıtlı olanlar ölüm tarihinden önceki son üç yıl içinde gördüğü son işlem değeri; borsaya kayıtlı olmakla birlikte son üç yıl içinde işlem görmemişse veya borsada kayıtlı değilse, üzerinde yazılı değerleri beyan edilecektir.

Tescile tabi hakların değeri, tesisleri sırasında tapu siciline kaydedilen değeri esas alınarak beyan edilir. Tapu sicilinde bedeli gösterilmeyen haklarla bunlar dışındaki hakların değerlendirmesini yükümlüler yapmaz ve bunlar vergi hesaplamasında dikkate alınmaz.

Ticari sermaye, bilanço esasına göre defter tutulanlarda ölüm tarihi öncesindeki takvim yılı bilançosuna göre bulunacak öz sermaye, ticari sermaye olarak dikkate alınacaktır. Ancak yükümlüler isterlerse ölüm günü itibariyle çıkaracakları bilançoyu esas alarak öz sermayelerini tespit edip beyan edebilirler.

İşletme hesabına göre defter tutanlarla basit usulde vergilendirilenler de ticari sermaye olarak miras bırakanın ölüm tarihindeki ticari varlığı beyan edilir.

Borç senetleri, üzerinde yazılı olan değerleri üzerinden beyan edilirler.

Yabancı paralar borsa rayici ile beyan edilir. Borsa rayici olmayan paraların değeri Maliye Bakanlığı’nca belirlenen kura göre değerlendirilir.

Ne kadar vergi ödenir?

Veraset ve intikal vergisini aşağıdaki tablodan hesaplayabilirsiniz.

4. İntikal eden mal varlığının devir işlemleri için ilgili kurumlara başvuru:

Mal varlığının intikali için mirasçılık belgesi, işlemleri takip için avukata verilecek vekaletname, adres, telefon içeren kimlik fotokopileri, vesikalık fotoğraflar gerekmektedir.

Bütün bu işlemleri yapmak için bir avukata vekalet verebilirsiniz. Veraset intikali için vekalet vermek üzere ofisimizle iletişime geçebilirsiniz.

5. Miras bırakanın bazı mirasçılarına mal vermemek, bazılarına miras bırakmamak için sağlığında yaptığı işlemler aleyhine muris muvazaası, tenkis davası, denkleştirme davası, istihkak davası gibi davalar açılır.

Tenkis davası, muris muvazaası konularında daha fazla bilgi için yazılardaki bağlantıyı kullanabilirsiniz.

Miras Taksim Sözleşmesi ve Mirasın Paylaştırılması

Miras Paylaşımı Hangi Şekillerde Gerçekleştirilebilir?

Tek bir mirasçının varlığı halinde miras bırakanın ölmesi durumunda terekedeki tüm hak ve borçlar, doğrudan doğruya tek başına mirasçı olan kişiye geçeceğinden ötürü mirasın paylaşılması söz konusu değildir. Fakat birden çok mirasçı varsa, mirasın paylaşılması yani taksim edilmesi söz konusu olur. Mirasın paylaşılması, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 640. ve devamı maddelerinde düzenlenmektedir.

Madde 640- Birden çok mirasçı bulunması hâlinde, mirasın geçmesiyle birlikte paylaşmaya kadar, mirasçılar arasında terekedeki bütün hak ve borçları kapsayan bir ortaklık meydana gelir.

Mirasçılar terekeye elbirliğiyle sahip olurlar ve sözleşme veya kanundan doğan temsil ya da yönetim yetkisi saklı kalmak üzere, terekeye ait bütün haklar üzerinde birlikte tasarruf ederler.

Mirasçılardan birinin istemi üzerine sulh mahkemesi, miras ortaklığına paylaşmaya kadar bir temsilci atayabilir.

Mirasçılardan her biri, terekedeki hakların korunmasını isteyebilir. Sağlanan korumadan mirasçıların hepsi yararlanır.

Bir mirasçı ödemeden aciz hâlinde ise, mirasın açılması üzerine diğer mirasçılar, haklarının korunması için gerekli önlemlerin gecikmeksizin alınmasını sulh mahkemesinden isteyebilirler.

Ölüm olayından sonra mirasın taksimi yani mirasın paylaştırılması, mirasçıların anlaşması durumunda miras taksim sözleşmesi ile yapılır. Bu düzenlemeye göre miras taksim sözleşmesi taraflar için bağlayıcıdır. Bu sebepten ötürü sözleşme kurulduktan sonra, paylı mülkiyeti sona erdiren ortaklığın giderilmesi davası açılamayacaktır. Mirasçıların anlaşamaması durumunda ise miras paylaşımı davası yoluyla yapılır.

Miras Paylaşımı (Taksim) Sözleşmesi Nedir?

Miras taksim sözleşmesi, bir miras paylaşım sözleşmesidir. Bu sözleşme, tüm mirasçıların bir araya gelerek yazılı bir sözleşme hazırlamasına dayanmaktadır. Sözleşmenin amacı, mirasbırakanın vefatından önceki malvarlığının tamamının (terekesinin), mirasçılar arasında paylaştırılmasıdır. Sözleşmenin tapulu taşınmazların yanında, tapu müdürlüğünde herhangi bir kaydı bulunmayan tapusuz taşınmazlar için de yapılması mümkündür

Miras Taksim Sözleşmesi Hangi Kanunda Düzenlenmiştir?

Miras taksim sözleşmesi, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 676. maddesinde “Paylaşma sözleşmesi” başlığında yer almaktadır. Miras paylaşımının sonuçlandırılması, mirasçıların birbirine karşı sorumluluğu ve mirasçıların üçüncü kişilere karşı sorumluluğu gibi mirasın paylaştırılması ve sonucuyla ilgili düzenlemeler yine aynı kanunun 676 ve 682 maddeleri arasında yer almaktadır.

Miras Taksim Sözleşmesinin Geçerlilik Şartları Nelerdir?

Miras taksim sözleşmesinin geçerli olarak hüküm doğurması, sözleşmenin geçerlilik şartlarına uygun olarak yapılmasına bağlıdır. Miras taksim sözleşmesinin geçerlilik şartları şu şekilde sıralanabilir:

  • Mirasbırakanın ölümünün gerçekleşmiş olması gereklidir.
  • Sözleşmenin yazılı şekilde yapılması gereklidir.
  • Sözleşmenin bir araya gelmiş yasal veya atanmış tüm mirasçılar tarafından yapılması ve özgür iradeyle imzalanması gereklidir.
  • Mirasçılar, terekenin nasıl paylaştırılacağı konusunda oybirliğine varmaları gereklidir.

Sözleşmenin, mirasçıların özgür iradelerinin yansıtmadığına dair şüphe varsa ve sözleşmenin üçüncü kişileri aldatmak amacıyla düzenlendiği iddia ediliyorsa, mirasçının alacaklıları tasarrufun iptali davası açarak bu sözleşmeyi geçersiz kılabilir.

Miras Taksim Sözleşmesi Üçüncü Kişilerle Yapılabilir mi?

Kanuna göre, bir mirasçının üçüncü bir kişiyle yapacağı miras taksim sözleşmesinin geçerliliği, sözleşmenin noterlikçe düzenlenmesine bağlıdır. Bu sözleşme üçüncü kişiye paylaşmaya katılma yetkisi vermemekte; sadece paylaşma sonunda mirasçıya özgülenen payın kendisine verilmesini isteme hakkı sağlamaktadır.

Miras Paylaşımı (Taksim) Davası Nedir ve Hangi Mahkeme Görevlidir?

Terekenin paylaşılması için mirasçılar arasında bir anlaşma oluşmazsa mirasçılardan her biri mirasın paylaşılmasını isteyebilir. Terekedeki belirli malların aynen, olanak yoksa satış yoluyla paylaştırılmasına karar verilmesini, mirasbırakanın yerleşim yerindeki sulh hukuk mahkemesinden istenebilir. Mirasçılardan birinin istemi üzerine hâkim, terekenin tamamını ve terekedeki malların her birini göz önünde tutarak, olanak varsa taşınmazlardan her birinin tamamının bir mirasçıya verilmesi suretiyle paylaştırmayı yapar. Mirasçılara verilen taşınmazların değerleri arasındaki fark para ödenmesi yoluyla giderilerek miras payları arasında denkleştirme sağlanır.

Miras Paylaşımı Hangi Nedenlerle Ertelenebilir?

Miras paylaşımının ertelenmesi iki nedenle olabilmektedir:

  • Mirasbırakanın tarafından belirlenen bir paylaştırma kuralı varlığı
  • Mirasçıların hazırladığı belli bir süre için paylaşmanın ertelenmesine ilişkin sözleşmenin varlığı
  • Hakim kararı
  • Mirasın açıldığı tarihte mirasçı olabilecek cenin varlığı

Sulh hakimi, paylaşmanın derhâl yapılması, paylaşım konusu malın veya terekenin değerini önemli ölçüde azaltacaksa; mirasçılardan birinin istemi üzerine bu malın veya terekenin paylaşılmasının ertelenmesine karar verebilir. 

Mirasın açıldığı tarihte, mirasçı olabilecek bir cenin varsa miras paylaşımı ceninin doğumuna kadar ertelenir. Anne muhtaç ise, doğuma kadar geçim giderleri terekeden sağlanabilir.

İlgili Yargıtay Kararları

1- TMK’nin 676 ve 677. maddelerine göre; elbirliği mülkiyetine tabi taşınmazlarda elbirliği maliklerinin yazılı olması koşulu ile miras taksim sözleşmesi veya pay devri sözleşmesi yapmaları mümkündür, bu maddeye göre sözleşmenin yazılı yapılması geçerlilik şartıdır.

Dosya kapsamında; taraflar arasında yapılmış yazılı bir sözleşme olmadığı konusunda ihtilaf yoktur. İddiaya dayanak yapılan miras taksim sözleşmesi yazılı olarak yapılmadığına göre, TMK’nin 676. maddesi gereğince sözlü miras taksim sözleşmesi geçerli değildir.

O halde; ortada geçerli bir miras taksim sözleşmesi bulunmadığına göre Mahkemece kabul kararı verilmesi doğru olmamıştır.

 (Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2016/19429 E. ve 2020/3189 K.)

2- Öncelikle, şu ifade edilmelidir ki, taksim sözleşmesinin geçerli olabilmesi için miras bırakanın ölümünden sonra bütün mirasçıların veya temsilcilerinin iradelerinin birleşmesi asıldır. Bir başka ifadeyle, tüm mirasçıların veya temsilcilerinin bir araya gelerek taşınmazları paylaşıp her birinin kendi payına düşeni aldığı ve diğer mirasçıların paylarına düşenler bakımından da karşılıklı olarak vazgeçtikleri açık ve kesin şekilde belirlenmedikçe taksimin sabit olduğu kabul edilemez. İşte bunun içindir ki, gerek Türk Medeni Kanunu’nun 676/2. maddesi hükmünde ve gerekse 10.12.1952 tarihli ve 2/4 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında taksim sözleşmesinin tüm mirasçıların katılımı ve yazılı olması taksimin geçerliliği için yeterli kabul edilmiştir.

Somut olayda, Mahkemece taraflardan …’in parmak izinin bulunduğu ve bu sözleşmenin muhtar ve ihtiyar heyeti azaları tarafından imzalanmadığı düşüncesinden hareketle davanın reddine karar verilmiş ise de, sözü edilen mirasçı olan ve senette parmak izi bulunan …, parmak izine itiraz etmediği gibi davayı da kabul ettiğine göre Mahkeme tarafından senedin geçersiz olduğu, zira bu mirasçının parmak izinin usulüne uygun olmadığından hareketle değerlendirme yapılarak reddine karar verilmiş olması doğru değildir. Kaldı ki senette imzası bulunan diğer mirasçılar da imzalarının kendilerine ait olmadığını iddia etmediklerine, TMK’nin 676. maddesi gereği geçerliliği için tüm mirasçıların katılımıyla düzenlenen, mirasçıların da senet içeriğine ve paylaşım koşullarına dair rızalarını yansıtan imza ve parmak izlerine itiraz etmediklerine göre, taraflar arasında TMK’nin 676. maddesinin aradığı anlamda geçerlilik koşullarını taşıyan bir miras taksim sözleşmesinin bulunduğu düşüncesinden hareketle, iddia ve savunma çerçevesinde dosya kapsamında toplanan delillere göre tapu iptali ve tescil talebi hakkında bir karar verilmesi gerekirken, dosya kapsamına uymayan yanılgılı değerlendirmeyle yazılı biçimde karar verilmiş olması doğru değildir. 

(Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2016/13016 E. ve 2020/2243 K.)

Şimdi arayın: 0533 483 9313