Çocukla Babası Olmayan Kişi Arasında Kişisel İlişki Tesisi Hak İhlali midir?

Evlilik birliği içinde doğan çocuğu kendi çocuğuymuş gibi yetiştiren ve çocuk ile arasında duygusal bağ bulunan kişi ile çocuk arasında boşanma davası sırasında tedbiren kişisel ilişkinin kurulmuş olması durumunda, başvuru konusu olay bakımından başvurucu annenin iddiasının aksine çocuğun üstün yararına rağmen böyle bir kişisel ilişki kurulması yönündeki tedbir kararının verilmemesi durumunda -somut olayın özel koşulları altında- çocuğun ve bu kişinin aile hayatına saygı hakkının ihlalinden söz edilebileceği değerlendirilmektedir.

Yine 4 yıl 1 aylık yargılama süresi iki dereceli bir yargılamada makuldür, bu süre başvurucuların haklarını ihlal edecek bir gecikme süresi değildir.

Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru aşağıdaki gerekçelerle yapılmıştır:

  • soy bağının reddi için kayyım atanma zorunluluğunun bulunması ve hak düşürücü süre öngörülmesi,
  • ayrıca boşanma davasına ilişkin yargılama sırasında davalı eşin çocuğun biyolojik babası olmadığının tespit edilmesine rağmen davalı ile çocuk arasında kişisel ilişkinin devamına karar verilmesi nedenleriyle aile hayatına saygı hakkının,
  • kayyım tayinine ilişkin yargılama sürecinin uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının

ihlal edildiği iddialarına ilişkin olarak yapılmıştır.

Başvuruya Konu Olan Dava Süreci

Başvurucu D.S., evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı ve ortak hayatın çekilmez hâle geldiği gerekçeleriyle 29/1/2010 tarihinde Kartal 1. Aile Mahkemesinde (sonradan İstanbul 18. Aile Mahkemesi) boşanma davası açmıştır. Dava dilekçesinde, müşterek çocuğun velayeti de talep edilmiş; ayrıca maddi ve manevi tazminat talebinde bulunulmuştur.

Mahkeme 3/4/2014 tarihinde tarafların 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesinin birinci fıkrasına göre boşanmalarına karar vermiştir.

Mahkeme, davacının maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine; davacının davalıya 13.000 TL manevi ve 14.000 TL maddi tazminat ödemesine karar vermiştir. Kararda ayrıca çocuk için belirlenen tedbir nafakasının dava tarihinden itibaren geçerli olmak üzere kaldırılmasına karar verilmiştir.

Karar, taraflarca temyiz edilmiştir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 9/6/2015 tarihli ilamıyla hükmün tazminat ve tedbir nafakası yönünden bozulmasına, diğer yönlerden ise temyiz istemlerinin reddiyle onanmasına karar verilmiştir. Daire; tarafların belirlenen diğer kusurlarının ise birbirinden üstün olmadığını, tarafların boşanmaya neden olan olaylarda eşit oranda kusurlu olduklarını belirtmiştir. Daire, bu sebeple davacının daha ziyade kusurlu olduğu yönündeki kanaatin belirlenmesini ve kusurun belirlenmesindeki bu hata sonucu davalının yararına maddi ve manevi tazminata hükmedilmesinin doğru görülmediğini açıklamıştır. Ayrıca soy bağının reddi davasının kesinleştiği tarihe kadar çocuk yararına tedbir nafakasının devamına karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir.

Davalının karar düzeltme istemi Dairenin 28/10/2015 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.

Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Süreci: 

Başvurucu; boşanma davası devam ederken 3/2/2010 tarihinde Mahkemeye başvurarak:

  • müşterek çocuğun velayetinin tedbiren kendisine verilmesini,
  • baba ile çocuk arasındaki şahsi ilişkinin anne refakatinde olmak kaydıyla devam etmesini ve
  • çocuğun gece babaya yatılı olarak verilmemesini talep etmiştir.

Mahkeme, psikoloji ve pedegoji alanında uzman iki kişiyi görevlendirmiştir.

2/3/2010 tarihli uzman raporunda;

  • çocuğun anne bakım ve şefkatine ihtiyaç duyacak yaşta olduğu,
  • kurulu düzeni ve yaşam alışkanlıkları da gözetildiğinde velayetinin tedbiren anneye verilmesinin çocuğun yararına olduğu,
  • velayetin anneye verilmesi durumunda çocuk ile davalı arasındaki iletişim ve çocuğun babaya olan ihtiyacı da dikkate alınarak tedbiren kişisel ilişki kurulmasının çocuğun yararına olduğu bildirilmiştir.

Mahkeme de müşterek çocuğun yaşı, cinsiyeti ve uzman raporunu dikkate aldığını belirterek 4/3/2010 tarihinde çocuğun velayetinin tedbiren annesine verilmesine karar vermiştir.

Mahkeme ayrıca, davalı baba ile müşterek çocuk Ö. arasında her hafta sonu cumartesi günleri saat 10.00’dan 16.00’ya kadar ve dinî bayramların ikinci günü saat 10.00’dan 16.00’ya kadar babanın yanında kalması şeklinde olmak üzere tedbiren şahsi ilişki kurulmasına karar vermiştir.

Mahkemenin talebi üzerine 24/9/2010 tarihli pedagog tarafından düzenlenen bir raporda da çocuğun baba olarak S.S.yi bilip tanıdığı ancak tarafların baba olgusu ile ilgili farklı beyanlarda bulunması nedeniyle çocuğun duygu durumu karmaşası yaşadığı belirtilmiştir.

Mahkeme 26/4/2011 tarihli 6. oturumda yeniden bir değerlendirme yapmış ve çocuk Özgün’ün velayetinin hüküm kesinleşinceye kadar tedbiren anneye verilmesine karar vermiştir. Bu ara karar ile ayrıca davalı baba ile çocuk arasında mayıs ve haziran aylarının 1. ve 3. haftası cumartesi günleri saat 10.00’dan 16.00’ya kadar, temmuz ayından itibaren her ayın ilk haftası cumartesi günleri saat 10.00’dan 18.00’e kadar babanın yanında kalması şeklinde olmak üzere tedbiren şahsi ilişki kurulmasına karar verilmiştir.

Mahkeme 9/7/2012 tarihli 11. oturumda davalıya DNA incelemesi için başvurmak üzere kesin süre vermiş, bu kesin süre içinde başvurulmaması durumunda çocuk ile davalı baba arasındaki kişisel ilişkinin kaldırılacağı ihtarında bulunmuştur. Davalının belirtilen kesin süre içinde DNA incelemesi için başvurmadığını tespit eden Mahkeme 17/7/2012 tarihinde davalı baba ile çocuk arasında tedbiren kişisel ilişki kurulması yönündeki kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Ancak Mahkeme, davalının sonradan DNA incelemesine gitmiş olduğu gerekçesiyle 3/10/2012 tarihinde yeniden davalı baba ile çocuk arasında her ayın ilk haftası cumartesi günü saat 10.00’dan 18.00’e kadar baba yanında kalması şeklinde olmak üzere tedbiren şahsi ilişki kurulmasına karar vermiştir.

Başvurucu D.S. vekili 19/12/2012 tarihinde yapılan 14. oturumda, yargılama sırasında alınan DNA raporuna göre davalının baba olmadığının tespit edildiğini belirterek davalı ile çocuk arasında tedbiren kişisel ilişki kurulmasına dair kararın kaldırılmasını talep etmiştir. Mahkeme, aynı oturumda DNA raporunu esas alarak davalı ile çocuk arasındaki tedbiren kurulan kişisel ilişkinin kaldırılmasına karar vermiştir.

Davalı vekili 15/7/2013 tarihli dilekçeyle çocuk ile davalı arasında yeniden tedbiren kişisel ilişki kurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme; bünyesinde görevli psikologdan konu hakkında rapor almış ve bu raporu esas alarak mevcut delil durumu ve çocuğun üstün menfaatinin olduğu gerekçeleriyle 23/9/2013 tarihinde, davalı baba ile müşterek çocuk Özgün arasında her ayın 1. ve 3. hafta sonu cumartesi günleri saat 10.00’dan 16.00’ya kadar ve dinî bayramların ikinci günleri saat 10.00’dan 16.00’ya kadar babanın yanında kalması şeklinde olmak üzere tedbiren şahsi ilişki kurulmasına karar vermiştir. Mahkeme 11/10/2013 tarihinde, davacı vekilinin çocuk ile davalı arasında kurulan kişisel ilişki saatlerinin değiştirilmesi talebini kabul etmiştir.

Mahkeme nihayet 3/4/2014 tarihli davanın kabulüne ve tarafların boşanmalarına ilişkin kararda ise çocuk ile davalı arasında tedbiren kurulan şahsi ilişkinin kaldırılmasına karar vermiştir.

Anayasa Mahkemesi’nden Talepler

Başvurucular, başvurucu çocuk Ö.’nün boşanma davası sırasında biyolojik olmayan babası S.S. ile tedbiren kişisel ilişki kurulmasından yakınmaktadırlar.

Başvuruculara göre yargılama sürecinde çocuğun haklarına öncelik tanınmamıştır.

Başvurucular, gerçek babası olmayan davalı eş ile çocuk arasında kişisel ilişki kurulması neticesinde çocuğun psikolojik olarak zarar gördüğünü iddia etmişlerdir.

Başvurucular, bunun dışında boşanma davası sırasında çocuğun yurt dışına çıkışının yasaklanmasının onun seyahat özgürlüğünü ihlal ettiğini belirtmişlerdir.

Anayasa Mahkemesi’nin Kararı

Başvurucu Ö.’nün boşanma davası sırasında tedbiren yurt dışına çıkarılmasının yasaklanması nedeniyle seyahat özgürlüğünün sınırlandırıldığı ileri sürülmektedir. Anayasa’nın 23. ve Sözleşme’ye ek 4 No.lu Protokol’ün 2. maddesinde, ülke içinde seyahat özgürlüğü bulunmakla birlikte kişilerin bulunduğu ülkeden ayrılma özgürlüğü de bulunmaktadır. Ancak anılan Protokol’e Türkiye taraf olmadığından Anayasa’nın 23. maddesinde yer alan seyahat özgürlüğüne yönelik başvurular bireysel başvuru kapsamında değildir.

Kişisel ilişki hakkı alanında çocuğun üstün yararının dikkate alınması gerekliliği, hem ulusal mevzuatta hem de uluslararası sözleşmelerde genel bir hukuki karine olarak ortaya konmuştur (bkz. §§ 33-36, 41-55). Bu alanda kişisel ve ailevi durumların büyük bir çeşitlilik arz ettiği dikkate alındığında ilgili bütün bireylerin hakları arasında adil bir dengenin kurulması ise her somut olayın kendine özgü koşullarının incelenmesini gerektirmektedir. Bu çerçevede çocuk ile kişisel ilişki kurma haklarını düzenleyen 4721 sayılı Kanun’un 323. ile 325. maddelerinin mahiyetinin gerektirdiğini aşan nitelikte katı hükümler içermediği anlaşılmaktadır. Anılan hükümler incelendiğinde çocuk ile ancak sınırlı sayıda kişilerin kişisel ilişki kurabileceği yönünde bir listenin mevcut olmadığı, aksine çeşitli ailevi durumlara ve çocuğun üstün yararına dayalı istisnai durumların da gözetildiği görülmektedir. Nitekim bu Kanun’un 323. maddesinin birinci fıkrasında, ana ve babadan her birinin, velayeti altında bulunmayan veya kendisine bırakılmayan çocuk ile uygun kişisel ilişki kurulmasını isteme hakkına sahip olduğu belirtilmiş; 324. maddede bunun sınırlan gösterilmiştir. Öte yandan 325. maddede ise olağanüstü hâller mevcutsa -çocuğun menfaatine uygun düştüğü ölçüde- çocuk ile kişisel ilişki kurulmasını isteme hakkının diğer kişilere, özellikle hısımlarına da tanınabileceği hüküm altına alınmıştır.

Somut olayda başvurucu annenin eşi her ne kadar çocuğun biyolojik babası değilse de bu durum ancak boşanma davası açıldıktan sonra soy bağının reddi davası kapsamında tespit edilebilmiştir.

Buna göre evlilik birliği içinde doğan çocuk, annesinin eşi S.S.yi babası olarak bilmiş (bkz. § 14) ancak boşanma davasının kabulünden sonra bu kişi çocuğun hayatından çıkmıştır.

Derece mahkemelerinin kararlarından, boşanma davasına kadar bir süre S.S.nin çocuk ile birlikte yaşadığı ve bu süre boyunca çocuğu kendi çocuğuymuş gibi yetiştirdiği de anlaşılmaktadır.

Boşanma davasında ilk derece mahkemesinin çocuk ile kayden baba gözüken kişi arasında kişisel ilişki kurulmasına ilişkin kararlarının psikoloji ve pedagoji alanında uzman görevlilerden alınan ve çocuk ile diğer kişilerin psikolojik durumlarını içeren bilimsel raporlara dayalı olduğu gözlemlenmektedir.

Bu raporlarda ise çocuk ile babası arasında duygusal bağın devamı bakımından kişisel ilişki kurulmasının çocuğun yararına olacağı açıkça belirtilmiştir.

Başvurucu anne her ne kadar davalı S.S.nin çocuğa kötü ve kaba davrandığını belirtmiş ise de gerek boşanma davasına ilişkin derece mahkemelerinin kararlarında gerekse de uzman raporlarında böyle bir bulguya yer verilmemiştir. Ayrıca başvurucu annenin bu iddialarını daha önce boşanma davası sırasında ileri sürmediği de görülmektedir.

Bu itibarla evlilik birliği içinde doğan çocuğu kendi çocuğuymuş gibi yetiştiren ve çocuk ile arasında duygusal bağ bulunan kişi ile çocuk arasında boşanma davası sırasında tedbiren kişisel ilişki kurulmuştur.

Derece mahkemeleri, bu kişinin DNA incelemesi sonucu çocuğun biyolojik babası olmadığının tespitiyle birlikte soy bağının reddine ilişkin davanın devam ettiğini gözeterek çocuğun üstün yararını gözeterek ve uzman raporlarına dayalı olarak karar verilinceye kadar bu tedbiri devam ettirmiştir.

Başvuru konusu olay bakımından başvurucu annenin iddiasının aksine çocuğun üstün yararına rağmen böyle bir kişisel ilişki kurulması yönündeki tedbir kararının verilmemesi durumunda -somut olayın özel koşulları altında- çocuğun ve bu kişinin aile hayatına saygı hakkının ihlalinden söz edilebileceği değerlendirilmektedir.

Nitekim Anayasa’nın 20. maddesi, çocuğun üstün yararı çerçevesinde olaya özgü koşulların değerlendirilerek kişisel ilişki kurulması anlamında gerekli tedbirlerin alınmasını zorunlu kılmaktadır.

Sonuç olarak derece mahkemelerinin bu konudaki takdir yetkilerini çocuğun üstün yararını gözeterek makul ve sağduyulu bir şekilde kullandıkları ve bu bağlamda kişisel ilişki tedbiri uygulanmasına ilişkin müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli oldukları anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kanuna dayalı olup meşru bir amacı bulunan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olduğu anlaşıldığından başvurucuların aile hayatlarına saygı haklarının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.

Somut olayda soy bağının reddine ilişkin davanın 29/1/2010 tarihinde açıldığı ve 6/3/2014 tarihinde Yargıtay 18. Hukuk Dairesi tarafından karar düzeltme istemi kabul edilerek onanmakla kesinleştiği anlaşılmaktadır.

Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde davanın iki dereceli bir yargılama sisteminde toplam yaklaşık 4 yıl 1 ay sürdüğü, yargılama sürecinin bütünü dikkate alındığında başvurucuların haklarını ihlal edecek bir gecikmenin olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

ANAYASA MAHKEMESİ

BİREYSEL BAŞVURU

Başvuru Numarası: 2014/5974

Karar Tarihi: 26.12.2017

Resmi Gazete Sayısı: 30341

Resmi Gazete Tarihi: 23.02.2018

 

Ankara Danışma / Randevu : 0533 483 9313